23.8.10

Güzel Pizza, Güzel Şarap, Güzel Dondurma !

Bu yazıyı aylar önce yazabilecekken yazamadım. Önce kendime bir süre bahane uydurdum sonra bir de ne göreyim, harika bir bahanem varmış yazamamak için: telefonumun bozulan bluetoothu. Bu nedenle resimleri aktarıp bakıp bakıp anlatamadım. Ama şimdi benim çektiklerim yerine diğer makinalardan çekilen son fotoğraflarla gezimizin son durağı Roma'dan bahsedeceğim. Daha sonra(ki aylarda) Berlin ve Erasmus değerlendirmesi gelecek.

Uçağımız Roma'ya iner inmez ilk İtalyan'lıkla karşılaşmış olduk. İniş takımları yere değer değmez alkışlamaya başlayan yüzlerce İtalyan kutlama yapıyordu.. Havaalanı Roma'nın ikinci büyüğü ancak şehir merkezine daha yakın olan Ciampino. Buradan otobüsle bir kaç durak gittikten sonra metroya bindik. Bindiğimiz durak merkezin 25 dk dışında olduğu için pek dikkat etmedim. 2 metro hattının bulunduğu Roma metrosunun kesişme durağı olan şehrin merkezlerinden biri olan Termini durağını görükten sonra İtalyan milleti alınmasın ama dünyanın en kötü metrosunu seçmiş oldum. Eğer derlerse ki biz İtalyan'ız Vespa motorsiklet kullanmak zorundayız, anlarım. Motorsiklete sıcak bakmayan ben bile, Roma sokaklarındaki sayısız Vespa'yı gördükten sonra bir tane edinmek istedim.


Termini'den çıkınca kendimizi Basmane gibi garip bir yerde bulduk.. Bu İtalyanlar en az bizim kadar barbar olacak ki, Avrupa'da yaya geçitinde ilk ölüm tehlikemi burada atlattım. Karşıdan karşıya havalı havalı geçtiğimiz günler bir kaç günlüğüne sona ermişti. Kaldırımdan dikkatlice yürüyerek hostelimizin bulunduğu sokağa geldik. Lobideki Madagaskarlı adamla konuşurken, (Evet Madagaskarlı biriyle tanıştım..) bizi sinsice dinleyen kişiyi farkettim. Bu Türk arkadaş hiç bir plan yapmadan almış biletini çıkıp gelmiş. Roma'dan sonra Barcelona'ya gidecekmiş. Ona biraz Barcelona'yı anlattıktan sonra kendimizi dışarı attık. Sokaktan çıkar çıkmaz Kolezyum'u görünce çok duygusal anlar yaşadık.. Her gittiğimiz yerde olduğu gibi dayanamadık ve direk şehrin en görülesi yerlerine gittik.

Küçükken geldiğimde'de aynı şeyleri düşünmüştüm. Roma alabildiğine turist dolu. Bu yüzden yine pek ısınamadım. Şehirde baya büyük bir tur attıktan sonra İspanyol merdivenleri denilen yere tünedik ve saatlerce oturduk. Daha şimdi şehrin yoğun turistik karakterinden şikayet edip de şehrin en turistik yerini övmem büyük bir çelişki olacak ama elimde değil. Sevmemin nedeni belki de öyle gösterişli bir yer değil de, insanların oturup muhabbet ettiği sade bir yer olmasıydı. Roma'daki iki akşamımızın ve gecemizin büyük kısmını bu çevrede geçirdik. Yanımdaki adamın sigarası hakkında konuştuktan sonra adamın Türkçe bir yorum yapması, üç gün boyunca kıracağımız onlarca potun habercisiydi. Bora diye bağırdıktan sonra bir kaç kız dik dik biza baktı gece. Merhabalaştık. Böylece Bora testi'ni etraftaki Türkleri tespit etmek için bol bol uygulamaya karar verdik. Bu arada resimde sağ arkamdaki kızlar Türk. Ayrıca Nihan'ın, 'pardon canım neyi çektin anlamadım yani...' deyip 'neyi anlamadınız?' cevabını aldığı kişi hiç şüphesiz Türktü..

Roma'da güzel güzel bir sürü bina var. Daha önceki yazılarımda da bolca bahsettiğim üzere ilgimi çeken öncelikli şeyler bunlar değil. Ancak oradaydım deyip havalı olmak için bir kaç resim koyacağım. İlk fotoğraftaki bina Roma'da gördüğüm en büyük yapıydı. Hemen arkasında antik roma kenti kalıntıları var. Bu antik kent tam ortasından bir yol ile bölünmüş durumda. Kolezyum'a giden bu yolu Mussolini yaptırmış. Nedeni ise askeri geçitler için gösterişli bir yer olması. Bu geniş yolun altında kentin bir bölümü hala duruyor. Yol günümüzde zevzek gençlerin böyle fotoğraflar çektirebilmesi için kullanılıyor. Buradan ara sokakları kullanarak kestirmeden Fontana di Trevi'ye ulaşıyoruz. Bu blog vesilesiyle Türk halkına sesleniyorum. Roma'da aşk çeşmesi diye bir yer yok. Bahsedlen çeşme muhtemelen bu. Önüne geçip arkanı dönüyor ve dilek tuttarak havuza para atılıyor. Gezdiğim her yerde havuzlara nehirlere attığım dilek paralarını saklasaydım havaalanlarında çocuk menüsü yemekten kurtulabilirdim ama sanırım değdi. :).

İlk gecemizde, cüzdanımıza isyan ederek, yeter artık diyerek güzel bir şeyler yemeye karar vedik. Yakınlarda bir restorana girip pizza ve şarap aldık. Demek ki gerçek İtalyan pizzası sıradan bir klişe değilmiş. Yediğim en güzel pizzalardan biriydi. Şarap da öyle. Burada karnı doymuş elinde sürahisi ile beni görüyoruz, ancak fotoğraf bulanık çünkü Nihan çekti. Ertesi gün yediğimiz dondurma ise en az Foça'daki Girit dondurmacısı kadar mükemmeldi diyerek yemek kısmını kapatıyorum.

Ertesi günü free tour ilan ettim. Gün boyu sürecek 3 tur vardı, ikisine gücümüz yetti. Tur rehberimiz gördüğü en mükemmel şehrin İstanbul olduğunu söyleyen Floransalı yeni mezun bir tarihçiydi. İlk durağımız Vatikan'a ulaştığımız sırada Papa konuşma yapıyordu. Konuşma bitiminde coşkuyla alkışladıktan sonra Sistine şapelini görmek için sıraya girdik. St Peters bazilikasını gezdikten sonra müze bölümüne dahil olan şapelin kapalı olduğunu öğrendik.. Yine de Malta'da geçirdiğimiz günler, kliseyle iç içe kaldığımız hosteller ve sonunda Vatikan ziyaretimiz ile beraber mutlu hristiyanlar olarak Vatikan'dan ayrıldık.

Geceyi tekrar aynı restoranda pizza yiyerek, şarap içerek ve İspanyol merdivenlerinde pot kırarak geçirdik. Ertesi gün yorgunluktan ölsem de sırt çantamı takıp gezmeye devam ettim. Akşama doğru tren biletimi aldım ve Fiumiccino havaalanına doğru yola çıktım. Bora ve Nihan'la havaalanında buluştuktan sonra Wizz Air ile memleketimiz Prag'a dönüş yaptık. Böylece a'dan z'ye planladığım ve mükemmel geçen hayatımın gezisini tamamlamış oldum. Paramın son damlasına kadar tüketemediğimi farkedince ikinci kere gitmezsem olmaz dediğim Berlin için hazırlıklara başladım..