30.1.13

so are you from istanbul?

Almanya'da şehirler arasında çok düşük eurolara seyahat edebileceğiniz Mitfahrgelegenheit isimli bir sistem var. İngilizcesi "car pooling" dersem bir şeyler çağrıştırabilir. Benim ilk kullandığım zamandaki gibi, örneğin Berlin'den Weimar'a gideceksiniz; sistemin internet sitesine girip üye oluyorsunuz, otobüs ya da uçak bileti arar gibi (barbar bir ülke olduğumuz için tren örneğini veremiyorum) Berlin'den Weimar'a özel arabasıyla giden ya da toplu alınınca oldukça komik rakamlara düşen tren bileti alan kişilerin ilanlarından uygun saatli olanı seçip insanlarla iletişim kuruyorsunuz. En etkili yöntem telefon ile ayarlamak, şayet mesaj atınca geri dönen pek olmuyor sonra eurolarım gitti diye ağlıyorsunuz.

Benim mitfahr'ım Stefan amcanın kullandığı mavi yeşil bir volkwagen vanıydı. Araçta 6 kişiydik. Önümde oturan Kolombiyalı kız telefonunu düşürdü eğilip verdim. 2 gün sonra bu kızın kardeşiyle bir ev partisinde konuşa konuşa konuyu Berlin'e getirdik. mitfahrla geldiğini söyleyince aslında bayadır yanımızda duran ablasını o zaman hatırladım. Böylece en neşeli mitfahr maceramı yaşamış oldum. Diğerlerinde trende 15 kişi seyahat eden bir Sovyet geniş ailesi, Almanca konuşmaya çalışırken kanser olduğum özel aracıyla Frankfurt'a giden Bulgar vb. olduğu için pek eğlenemedim ama oldukça ucuzdu.

Gelelim Weimar'a. 2008 yılında kültür başkenti edilen bu şehrin nüfusu sadece 65 bin civarında. Carl Philipp Emanuel Bach'dan Schiller'e sanat ve müzik dünyasının ünlü isimlerini bir araya getirmişasfdghajgd ve Bauhaus akımının ortaya çıktığı yer olan bu şehrin en kayda değer figürü bence Herr Goethe. Şehirde Goethe'nin yazlığı, kışlığı ve oldukça mütevazi bir aile mezarlığı bulunuyor. Goethe'nin kendisi ise yandaki fotoğraftaki bitişiğinde bir Rus Ortodoks kilisesi olan yapının içerisinde. 



Wiemar'da Duygu'nun evinde kaldım. Duygu uyku alışkanlıkları dışında dünya iyisi bir insan olduğu için 'ya ben seni hiç gezdiremedim' temalı serzenişlerde bulundu sık sık. Ben de ona hep "ich bin hier für partien" dedim. Yaptığım en güzel tatildi tabi ki. Eğer benim gibi yeterince şanslıysanız onu hava henüz aydınlıkken yatağın dışında bulabiliyorsunuz. O uyurken ben, profesyonel bir turist olarak zamanımı Weimar'ın sokaklarını arşınlayarak geçirdim. Bu tam 17 dakika sürdü. Ben de girip bir süpermarketten iki küçük şişe şarap aldım. Birini Goethe'nin mezarlığının çevresinde Sıla dinleyerek tükettim. Hayatta bazı anlar oluyor; dünyanın çok alakasız bir yerinde çok alakasız bir şey yapıyorsunuz ve bunu muhtemelen sadece siz yapmış oluyorsunuz. Başka bir örnek: Askerdeyken arazide kaybolmuştuk. Bir arkadaş su dolu bir çukura düşünce gülen insanlara saldırmaya başladı. Ben de öf ne çok abarttı diye önden önden kaçarak ve çamura batarak röyksopp'lar mırıldanmıştım. 



 
Solda Unesco tarafından dünya kültür mirası listesine dahil edilen klasik Weimar evlerinden biri. Goethe'den fenalık geldiği için onun evinin fotoğrafını koymadım. Goethe'nin evi diye bir sürü farklı şehirlerde evler var Almanya'da. Frankfurt'ta da Goethe'nin vaftiz olduğu kilise falan da vardı. Benim gibi Almanya bayrağı ceketli insana bile fazla geldin Goethe. Sağdaki fotoğrafta da kültürler arası diyalogla ilgili bir heykel.



Bu fotoğraflar Suriyeli bir kızın ev partisinden.Gözlerimiz ne kadar 'sober' değil mi? Rivayet'e göre o gece tanıştığım bir Alman kıza, uzakta duran bir Türk oğlanın Yunan olduğunu iddia etmiş, kendisine Yunanca bir isim uydurmuş ve içtiğinin uzo olduğunu söylemişim. Alman kızımız da ikna olmuş ve, daha fazla detay veremeyeceğim. Her gece bu şekildeydi, acaba hatırlamadığım başka neler var.



Soldaki bina Bauhaus Üniversitesi öğrencilerinin kullandıkları, içinde sergiler yapılan Marie isimli bir apartman. Yakında renovasyonlar yapılacağı için uzun süre kullanılamayacak. Bu yüzden öğrenciler astıkları pankartla son derece hipster binaya veda etmişler. Duygu'yla buradaki serginin açılışına gittiğimizde Weimar gençliği hakkındaki dedikoduların yarısını öğrenmiştim. Yanındaki videoda ise alkolün konuşma becerileri ve davranışlar üzerindeki bozukluklara tanık olabilirsiniz.




Ne yazık ki çok fazla 'sober' çekilmiş fotoğrafım yok. Size fotoğrafta benim hazırladığım kanepeleri ve Duygu'nun hazırladığı pastaları servis ettiğimiz Duygu'nun doğum günü partisinden de bahsetmek isterdim ama çok fazla hatırlayamıyorum. :) Belki de biraz hatırlıyorum.

Black out.
sadjgdakjsdhg

p.s. daha fazla d. atceken için:
http://queenslondicus.tumblr.com/


25.1.13

"..noch einmal Beck's bitte!"

Berlin hakkında aylar önce bir yazı yazmıştım. Hatta başlığı öyle bir atmışım ki sanki yazı dizisi gibi devamı gelecek. Ben galiba üşeniyorum yazmaya o yüzden devam ettirmedim diyeceğim ama, o yazının üzerine bir sürü başka yazılar yazdım. Galiba Berlin'i anlatamamaktan çekiniyorum. Bu benim 3. gidişimdi ve hala yapmak istediğim onlarca şey var orada. Yakında daha fazla Almanca bilmiş olarak ve yerele daha çok karışabilmek üzere tekrar gitmek istiyorum.

Berlin'de ablamla birlikte, Kreuzberg'in merkezinde bir hostelde kaldık. Bir hafta dolmaya yakın görülmezse olmaz denilebilecek hemen hemen her yere gittik. Ablam yeni aldığı fotoğraf makinesiyle her poz için dakikalarca ayarlarla oynarken ben, vücut sıcaklığımı donma noktasından yukarıda tutmak için büyük çaba gösteriyordum. Yine de yüzlerce Berlin'li fotoğraf çekmeyi başarmıştık. Ben hem buna güvenerek hem de daha önce de geldiğim ve fotoğraflar çekildiğim için -kaldı ki fotoğraf çekilmeyi de sevmem- telefonumla çok fazla fotoğraf çekmedim. Ama ne yazık ki bir akşam, ben en sevdiğim bardayken ablam hosteldeki arkadaşlarına çektiği fotoğrafları gösterdikten sonra kamera sihirli bir şekilde ortadan kayboldu ve ablam son günlerini bu hayal kırıklığıyla geçirdi.

Buradaki fotoğraflar ara sıra çıkarıp çektiğim, turistik zevklerle çekilmeyen fotoğraflar.

Berlin'i çok seviyorum ve özlüyorum.


Burası ilk gece gittiğim ve aynı gece içinde robyn, crystal castles, radiohead, azelia banks, goldfrapp, the knife, die antwoord, justice vs. çalan çok eğlenceli yer. EVET aynı gecede. Sırf o anki mutluluğumu hatırlayayım diye çıkarıp çektim. Of bence rüya gibi. En son çıkan şarkılar en iyileridir kafasından kurtulamayan Türkiye'de, İstanbul'da bile bunlardan birini çaldırabilmek için neredeyse ağlıyorum. Bu da tuvalet işaretleri. Normalde bu işaretleri gözardı eden biri olarak bunu görmezden gelemedim.


Bazı insanlar gezi planlarımı açıklarken aralıkta kuzeye gitmenin saçma bir fikir olduğunu, çok üşüyeceğimi ve hiç eğlenceli olmayacağını söylediler. Onlara buradan devasa bir LOL yapıyorum. Aralık ayı Avrupa'da gezmek için en iyi zamanlardan biri. Çünkü sokaklar ışıl ışıl, güzel kokularla ve mutlu insanlarla dolu. Dikkat edilmesi gereken nokta, ayın 24-25-26'sında yapılacakları iyi planlamak. Sokaklar birden bire boşalır, açık dükkan bulmak zorlaşır sonra suyu bile Berlinci'lerden alabilirsiniz. Gerçi ben suya sadece 1 kere para verdim, o da musluk suyunu dolduracak bir şişemin olması içindi.

Reichtag ve çevresi karlar altında pek tatlıydı.

Altındaki fotoğraf Doğu Almanya günlerinden. Anaokulu çocuklarına sosyalizm eğitimi çok erken verilmeye başlanıyor. Bu çocuklar lazımlıklarından kalkmayı hak etmek için bütün grubun tuvaletini yapmış olmasını beklemek zorunda.



~€1.5'luk akşam yemeğim. Çok ucuz bira + çok ucuz devasa et parçası. Fotoğrafta biraz küçük görünüyor ama ben tamamını bitiremedim. Arka planda da ablam yarım kızarmış tavuğu götürüyor. Yemek bitince kalkıp sebze meyve reyonuna saldırdık. Ama organik bile olmayan meyvelere milyonlarca euro ödememek için bir paket kuru kayısı ve 2şer elma, portakal almakla yetinip koşarak uzaklaştık. Hemen yanında her köşe başında karşımıza çıkan Bretzel ve hayal kırıklığına uğrayan ablam. Ne de olsa BİZ BRETZELE BİLE GEVREK DERİZ. (eier liqueur'e de "ıyyy yumurta likörü mü :(" deriz)

 


"Ablaaa noolur biraz kayayım noolur"umu kırmayan ve ben küçük Berlin'li çocukları ezmemeye çalışırken beni sabırla bekleyen fedakar ablam. Alman teyzenin YAHHĞGAATEE?? şeklindeki 'Jägertee' telafuzunu duyup hayatı değişmeden bir kaç gün önce ne kadar umutla bakıyor hayata.

  


Tor'un önündeki muhtemelen 100. ancak çılgınca yorgunluk ve pis saçlar nedeniyle asla güzel olamayan fotoğraf. Hemen ardından Holokost anıtında sessiz, dakikalar.(blokların arasında haykırarak koşturan İspanyol gençler gelene kadar. Abi tamam İspanyol'sunuz siz ve doğanızda var desibel sınırlarını zorlamak. Ama neden böyle bir yer seçtiniz?)

 


"This is my happy face." En sevdiğim ve ilkel gibi her gece gittiğim barda çekildiğim otoportrem. Adını hatırlamadığım mutluluk hormonumun tavan yaptığı, anksiyetemin dibe vurduğu anlar. Yanındaki de barmen abimin, ben Berlin'den ayrıldıktan sonra "live for you!" diye çekip yolladığı fotoğraf.

 

Haritadaki siyah noktalar, Berlin Duvarı'nın inşa edilmesi nedeniyle şehirle birlikte bölünen metro hattındaki kullanılamayan, kapatılıp kontrol altına alınan istasyonları gösteriyor. Fotoğrafta "hayalet istasyonlar" olarak anılan yerlerde nöbet tutan askerler var. Günümüzde kullanımda olan bu tüneller ile askerler dahil olmak üzere Batı Berlin'e kaçan çok Doğu Almanya'lı olmuş.

Mauerpark'ta toplu grafitilemece. (Parkın ismi Berlin Duvarı'ndan gelse de buradaki başka bir duvar)


Son olarak, bu döner açlığı nedir?

Kim benimle Berlin'e gelir?