30.3.10

La strada !






Ah bu başıma gelenler.. Ben burada 2 hafta günümü gün etmek için Paskalya'yı beklerken, Çek halkı atheistlik yapıp 1 gün tatil yapsın. Bu sefer "Çıkın Avrupa Birliğinden!" yerine, "Çabuk İslamiyeti seçin !" diye bağırdım. Ama hedef kitleyi yanlış seçmiştim, zira bu günlerde Prag sokaklarındaki her 1 kişiden 1'i çılgın Katolik İtalyanlar. Biz de onlara uyum sağlamak için kendi aramızda tonlamalı ve bağırarak konuşuyoruz, zaman zaman da İtalyan milli sporu olan Marioculuk oynuyoruz.

Bu kadar çok İtalyan gözlemledikten sonra şunu anladım ki, "yaaaa italyanlarla biz çok benziyomuşuz" lafı sadece bir şehir efsanesi değilmiş. Benim benzettiğim özellik tavırlar davranışlar tabi. Onlar da bizim gibi "barzo"su bol bir millet. Tip olarak 60-70% oranında benziyoruz diyebilirim. Türkiye'de görünce hiç sevmediğim, " Vay italyana benziyor, vay fransıza benziyor" demeyeceğimiz tipler. Bu tip benzetmelerden hoşlanmadığım için çok detaya girmeyeceğim sadece öyle hissettim. Ancak Çek bir satıcıyı tebrik etmek isterim. Bir keresinde bana henüz aksanımı bile duymadan "İsrailli misin Türk müsün?" diye sordu. Gece meydana çıkan klüp çalışanı siyahi abilerden biri de "Merhaba" dedi. Tam ortadoğulu'ya benzetildiğim için Çek'lilere sempati duymaya başlamıştım ki, bu sefer "Sen Türk'e benzemiyorsun" atakları gelmeye başladı. Hep sorarım. Kaç tane Türk gördün hoca? Neyse kızmıyorum, bizim bayramlarda da Türk'ler çok geliyormuş buraya. Mesela benim ailem ! :)


(*güncelleme: "Are you Danish?" lafını da duyduktan sonra artık her şeye benzetilmeye hazırım dostlar.)

Prag 2 haftalığına bir İtalyan şehri olduğuna göre, başlığa sokak yerine strada demeyi uygun buldum sevgili okuyucularım. Bakalım sürtük Barış, stradalarda neler yapmış..

Bir süre önce Çek Kübizmi müzesine gittim. En çok hoşuma gidenler içerideki kübist mobilyalar ve Afrika maskeleriydi. Evet ! Afrika maskelerini inceleyince gerçekten de kübist eserler olduklarını farkediyorsun. Müzeden sonra Prag'ın kübist villa'larını aramaya gittim. Ancak rehberim villaların adresini vermeyerek beni üzdü. Ben de bu kübist apartmanı buldum. Kübizm günümü, günlerce aradığım kübist sokak lambasını bu sefer kesin bulacağım inancıyla sürdürdüm.

İşte o lamba. Ve lambanın sol arka kısmında kalan şey, gayet halka açık bir alanda çişini yapan bir Çekten başkası değil. Bu sefer işeyen adamın resmini çektikten sonra Amsterdam'daki gibi kovalanmadım. Duvarın üzerindeki izler de dikkatten kaçmasın tabi, ünlü bir işeme noktası olmalı. Adam rahat rahat işesin diye(daha ne rahatlığı olacaksa artık) sokak başında bekledim. Lambaya doğru yürümeye başlar başlamaz köşeye 60 yaşlarında bir teyze yürüdü, arkasını döndü ve kaka yaptı !??? İnsanların yoğun geçtiği bir meydanda yol kenarında durup kızını havada tutarak çişini yaptıran kadından sonra daha şaşırdım buna.

Biraz da şu atheizm meselesinden bahsedeyim. Akıllı bir insan Çek'lerin bu kadar atheist olmasının nedenini komünizme bağlayabilir. Ancak bu böyle değilmiş. Mesela Slovakya baya baya katolik bir ülkeymiş. Wikipedia'dan da doğruladım. Çekler, kendi reform hareketini Avrupa'dan yıllar önce başlatıp kendi kiliselerini kurmuşlar zaten. Bir çeşit Anglikanlık, protestanlık. Sonradan Katolik etkisi altına girseler de günümüzde din ile ilgili olan kesim büyük oranda ortayaş ve üstü. Sevdikleri bir kral var bir de 4. Charles adında. Seviyorlarmış çünkü tarih boyunca hep büyük oluşumların yanında yer alan Çek halkı, ilk defa aslanlar gibi bir Holly Roman Empire çıkarmış. Prag'daki en havalı köprü de Charles Köprüsü tabi. Bir de şöyle bir bina var, çatısının kral tacından esinlendiği söyleniyor. Dikkatli bakanlar, bu tacın Sünger Bob'tan başkasının olamayacağını anlayacaktır..


Ayrıca bugün 25 yaşlarındaki pembe makaslı Çek bir kadın tarafından saç tıraşı oldum ve metro merdivenlerinde biz kız tarafından taciz edildim.

27.3.10

Avrupa ve Çocuk

Avrupalılar delirmiş efendim. Çocuklara yaptıkları türlü türlü işkenceler gerçekten yürek burkan cinsten. Bu kıtada bebek olmak gerçekten çok zor.. Çocuklar sağa sola koşturuyor, çamurda yuvarlanıyor, pis yerlere oturuyor ve anne babaları, "yapma kızım düşersin, yapma oğlum kirlenirsin, elleme!" gibisinden müdahelelerde bulunmuyor. Çocuk yaralanacak mı hastalanacak mı umurlarında değil. Ama hiç biri düşüp yaralanmıyor ya da hastalanmıyor. Elledikleri şeyler de kırılmıyor. Sonuçta ne mi oluyor bu Avrupalılara? Büyüyüp kendine güveni olan ve ayakları üstünde rahatça durabilen birer BİREY oluyorlar. Bir şey yaparken korkmuyorlar ya da soru sorarken çekinmiyorlar. Hem milliyetçi olup hem de başka milletlere karşı içten içe eziklik duymuyorlar. Olacak şey değil.

Ama yine de bebek mamasıyla deterjanlar yan yana koyulmaz yahu.. Bir de birçok otobüste bulunan köpekler girebilir bebekler(bebek arabası) giremez yazısı biraz acayip. Son olarak da sevgili Avrupalılardan çocukların bir eşya olmadığını hatırlamalarını istiyorum. Çocukların kollarını çıkartmamak için çanta taşır gibi çekiştirmememiz gerekiyor.

22.3.10

Komünistler Prag'a !

Geldiğim ilk günlerde Çek olduğunu tahmin ettiğim herkese bakıp "aa bu da renkli gözlü yahu" diyordum. Anlaşılan baskın genler buraya uğramamış.. Bir süre sonra büyük çoğunluğun renkli gözlü olduğunu farkettiğim zaman, karşıma çıkan mavi gözlü köpek beni biraz korkuttu doğrusu. (Sibirya kurdu değildi) Ama nihayet insanlar gibi, renkli gözlü hayvanlara da alıştım... Ülkeme, "Avrupa'da hayvanlar bile renkli gözlüymüş yahu" şehir efsanesini ithal edeceğim.

İlk zamanlar acayip resimler çekilmek, aşırı ucuz olan biraya abanmak, binaları incelemek gibi turistik faaliyetlerde bulunduğumuzdan kendimiz gibi bir çok turistle karşılaşıyorduk. Elbette Asyalılar da oradaydı. Prag'da gördüğüm Asyalıların 90%ında fotoğraf makinası olmaması beni çok büyük bir şüpheye düşürdü: Yoksa bu insanlar Japon değil miydi? Kendim için merak ettim, araştırdım..

Hikaye oldukça kısa ve bence bir o kadar da ilginç. Eskiden komünist ülkeler arasında çeşitli konularda dayanışmalar oluyormuş. Bu dönemdeki Çekoslovak hükümeti, ülkeye bir başka komünist ülke olan Vietnamdan işçiler davet etmiş. Vietnam hükümeti de vatandaşlarını eğitim almak için Çekoslavakya'ya göç etmeye teşvik etmiş. Komünizm yıkıldığında ise ne gelen işçiler ne de gençler ülkelerine dönmek istememişler ve burada yaşamaya devam etmişler.

Çek Cumhuriyetin'de Vietnamlı azınlık olması, Brezilya'daki 5 milyonluk Alman azınlık kadar ilginç geldi bana. Şu ana kadar insanlarda henüz milliyetçi ya da ırkçı bir tavra rastlamadım, umarım rastlamam. Bir tek metroda gördüğüm bir adam kendi kendine yüksek sesle konuşurken Vietnam dedi. Ne dediğini oldukça merak ettim. Bir de sarhoş bir adam korkutucu bir şekilde bizimle ilgilendi, eğlendi. Bir sonraki yazımda bebek düşmanı Çek insanından bahsedeğim..

19.3.10

Uyanmak.

Bugün okula gittim.

18.3.10

Prag'da havanın 10 derece üzerine çıkması, halk arasında paniğe neden oldu.

Hastalıkla ve gezme tozmayla geçen 1 haftalık aradan sonra bugün yine kendimi sokaklara attım. Hiç birşey yapmadan saatlerce sokaklarda sürtmek bu hayattaki en sevdiğim aktivitedir. Hazır Prag nihayet 0 derecenin üzerine çıkmışken ve tek bir tişörtle gezilebiliyorken(sadece yerliler tarafından) sabah çamaşırhanede işlerimi hallettim ve dışarı çıktım. 2 gün önce kar yağıyordu mesela. Bu arada buradaki çamaşırhane oldukça sıkıcı. Tek bir makina var ve 1 günlüğüne senin oluyor. Ben çamaşırhane deyince yeni insanlarla romantik anlar geçirebileceğim bir yer hayal etmiştim. Avrupa'da yediğim kazıklara bir yenisi daha eklendi bu şekilde...

Gelmeden önce hep diyordum, Avrupa'nın kültürünü ve sanatını alacağım diye. (Ahlaksızlığını alma konusunda henüz kesin bir karar vermedim.) Bugün DOX isimli güncel sanat müzesine gittim. Gitmeden önce müze olduğundan da emin değildim aslında, çünkü sadece Çekçe broşürlerini bulabilmiştim. Binanın olduğu sokağa girer girmez karşıma garip adam Andy Warhol çıktı. Kahramanımız  Barış biraz heyecanlandı tabi. İçeri girdim ve yaklaşık 2 buçuk saat içeride oyalandım. Sanırım gezerken en çok zevk aldığım müzelerden biriydi. Resimdeki açıkhava yerleştirmesi (enstelasyon) ise son zamanlarda gördüğüm en iyi şeydir. Avrupa birliği ülkelerindeki steryotipler hakkında Çek bir sanatçının çalışması. En çok dikkatimi çekenler, Hollanda haritasındaki cami minareleri, Liechtenstein haritasındaki harita boyutundaki fil, ikea kutusundaki İsveç haritası ve legodan yapılma Danimarka oldu.

Müzeden sonra haritada işaretlediğim bir kaç dükkana uğramak için metroya bindim. Burada kitapçılarda İngilizce bir şeyler bulmak biraz zor. Bugün gittiğim kitapçı ise sadece İngilizce kitaplar satıyor. En güzel tarafı da ikinci el kitapların da bulunması. Derhal 5 Tl'ye bir Berlin rehberi aldım :). Kitapçı aynı zamanda cafeydi ve bir pop art sergisi açılışı yapılıyordu!! Her ne kadar son alışverişimde tek bir parça bile euroshopper almasam da, alışveriş arabasını ananas, mango ve passion fruit le doldurup elit bir yaşama adım atsam da ben ve heyecanlı başka bir adam içeri giremedik. Sergi açılışlarında kokteyl yapılmasını saçma buluyordum demek ki bu konuda pek bir fark yokmuş. Sonuç olarak bana haftasonu yapılcak güzel bir şey çıktı.

16.3.10

hej hej ! hej hej ! biz isveç'çe merhaba böyle deriz.

Bir gün yine odamda oturup Euroshopper malzemeleri ile yapılmış yemeğimi tüketirken aklıma çok önemli bir soru geldi. Acaba dünya üzerinde ikea dışında İsveççe konuşulan bir yerler var mıydı? Bu sorunun cevabını öğrenmek için derhal gaza geldim ve Ryanair'den bir adet Stockholm bileti aldım. 2 milyonluk Stockholm'de neden 4 tane havaalanı bulunduğu İsveçlilerin de kafasını karıştıran bir sorun bence. Uçağımız Ryanair olunca şehir merkezine 80 dakikalık havaalanına gidildi tabi.

Dolmuşa biner gibi uçağa bindim ve numarası olmayan koltuklardan birine oturdum. Uçak sakinleri arasında "uppala loppala" diye konuşan insanlar duyunca, bunun İsveççe olabileceğini tahmin ettim, doğru yere gidiyordum.. Uçak havalandıktan kısa süre sonra sol kanat ucundan kopmasın mı? Neyse ki bu sadece hayalgücümdü, Ryanair gayet güvenli ve temizdi. Uçakta plastik sandalyeye oturmayınca, ve benden kemer için para alınmayınca, bu güzide havayolu şirketinin boşu boşuna günahı alınıyormuş dedim.

İlk gün Ayşegül'le Stockholm'de gezindikten sonra trenle Uppsala'ya gittik. Fiyatların memleketimiz Prag'a göre kat kat fazla olduğunu görünce, her gittiğim yerde yaptığım gibi burada da "Çıkın avrupa birliğinden!!" diye söylendim. 4 tl ye şişe suyu olmaz efendim. Rastgele dolaşırken karşımıza Ericsson Globe binası çıktı. İçeri girdiğimiz sırada, İsveç'in eurovision seçmeleri yapılıyordu, oturduk biraz izledik. Bir süre sonra ise aradığım cevabı buldum.. Bu resimdeki kitaplık ikea'da değil, gerçekten kullanımda olan bir kitaplıktan çekildi ! Evet !! İkea'dan başka yerlerde de İsveççe konuşuluyor !!!!! Hatta benden duymuş olmayın ama, sanırım İsveç'te başka mobilya firmaları da var..

Stockholm'e geri döndüğümde ise klişe arayışıma hemen başladım. "Avrupalı azıcık güneş görünce hemen dışarı çıkıyor canım.." Şehirde gördüğüm onlarca ıssız adam ve ıssız kadın, bir köşede durmuş gözler kapalı güneşe dönmüş ısınmaya çalışan İsveçli'lerden başkası değillerdi. Ayrıca sık sık kafelerin önünde dizilmiş güneşlenen beyaz insanlar görüntülendi. Geçirdiğim 3 günün güneşli ve güzel olması ise yürekleri ısıtan bir olay adeta. Bir de ara sokaklardan birinde İsveç Korsan Partisi'nin propaganda malzemelerini satan bir yere rastladım. Yer yer her köşebaşında H&M olması ise meraklı gözlerden kaçmadı. Bir meydanda da üzerinde insan olmayan at heykeli görünce garipsedim. Bu vikingler karaya çıkmadıkları için at üstünde bir kahraman yetiştirememişler sanırım, eksik kalmamak için de sadece at koymuşlar.

Şehir merkezi olan 1200lerde kurulmuş Gamla Stan(eski kasaba) adasında, meclis binası, kraliyet sarayı ve Nobel akademisi bulunmakta. Kuzeyin Venedik'i takma ismine sahip bir şehir olarak, mimari açıdan beklediğim gibi bir şehirle karşılaşmadım. Eski ve yeni olsun bütün binalar birbirini andırıyor. Hepsi ikea'dan çıkmış gibi diyerek küçümsemek istemiyorum şayet çok güzel bir şehir. Denizle iç içe oluşu bakımından İstanbul'u da andırdı biraz. Beyoğlu'nu özledim. Nobel ödülleri'nin verildiği bina da oldukça mütevaziydi, ya da Prag'la karşılaştırınca daha az süslü kalıyor. Bu vikingler anlaşılan heykel yapmaya da üşenmiş. Çıkın Avrupa birliğinden ! Bu arada Nobel denilen adam'ın kurduğu şirket şu anda dünyanın en büyük silah şirketlerinden biri. Böyle bir adam adına barış ödülü verip bir de sokaklara ucu bağlanmış silah heykeli ya da barış sembolleri koyunca pek samimi olmuyor. Tepkimi göstermek için meclis binasının önünde duruşumu gösterdim. Ama dükkanların birinde ABBA'nın ispanyolca "thank you for the music" ini dinleyince hemen yumuşadım.

İsveç'li kızlar hakkında uzun yorum yapmaya gerek yok, gerçekten güzeller işte. Gözlemlediğim kadarıyla İsveç'te kızlar arasında tayt giyme yaşı 5'e düşmüş durumda. Erkekler ise vatani görevlerini dar pantolon giyerek gerçekleştiriyorlar. Türkiye de "ahueha ibneeaaa, zuhahaha .rspuuu aheuhe" gibi gerizekalı insan yorumları yapılacak kıyafetleri burada HERKES giyiyor. Genç yaşlı moda ikonu adeta. Avrupa'nın sanatını almışlar. Ve çok okuyan Avrupalı'ya burada da rastlayamadım !! Onun yerine bol miktarda yere tüküren, otobüste sıraya girmeyen ve bol bol kırmızı ışıkta geçen Avrupalı'ya rastladım. Bir gün otobüste 2 ön sıradaki arkadaşıyla bağıra bağıra tartışan barbar İsveçli kız sayesinde aldığım yoğunlaştırılmış İsveççe ile bu ülkede İsveç'çe konuşulduğu konusunda oldukça ikna oldum. "Avrupa'da hiç böyle şeyler olmuyor" insanları için ise bu resmi çektim. Havaalanına gitmeden, metrodaki otomattan çikolata alırken portakal suyunun altındaki ve gofretin solundaki kutu, prezervatiften başka bir şey değildi. İşte avrupada böyle şeyler oluyor demek ki.

11.3.10

yuroşopar !

Bugün yediğim sardalyalı makarnadan sonra bu yazıyı yazmaya karar verdim. Teyzelerimin yanında geçirdiğim zevk-i sefa içindeki elit yaşantım sırasında, Albert Hejin mağazalarında alışveriş yaparken Euroshopper isimli derbeder markayı farketmemiştim tabi. Şimdi ise markanın bağımlısı olmuş durumdayım. Bebek bezinden, konserve balığa, bulaşık deterjanından kedi kumuna acayip bir ürün yelpazesi olan ve acayip bir şekilde ucuz olan bu marka can dostumuz olmuş durumda. Ancak bu sabah Euroshopper mısır gevreğini, Euroshopper olmayan bir süt ile yedim. Muhtemelen alırken "o kadar da düşmedim canım" dediğim bir anıma denk geldi.. Ama buradaki sütler gerçekten değişik geliyor bana. Türk lirasıyla sardalya konservesi 75 kuruş, makarna 35 kuruş, 1 kilo tuz 25 kuruş gibi komik fiyatlar. Buradaki Albert isimli mağazada dolaşırken ilk günlerde, dalga geçiyorduk "Acaba şunun da Euroshopper olan var mıdır" diye. Genellikle oluyor.... Euroshopper bulaşık deterjanımız köpürmese de, ben Euroshopper kasemi o deterjanla silmeye devam edeceğim. Prag'da ucuzluğun adresi Euroshopper! (Umarım bir gün yediklerimden zehilenmem.)

10.3.10

Haftasonu neler oldu?

Geçtiğimiz haftasonu Viyana yöresindeydik. Öğrenci dostu student agency'nin sarı otobüsleriyle 4 buçuk saatlik bir yolculuğun ardından Viyana'ya ulaştık. Otobüsten iner inmez kar yağmaya başladığında bir hayal kırıklığı oldu tabi.

Görülmesi gereken her şeyin listesini önceden yapmıştık ve ilk durak 400 yıllık pazar yeri oldu. Pazarda dolaşırken anında Barış Gümüş'lük yaparak acayip yerel bir yiyeceği tatmaya karar verdim. Tabi bunda arkadaşım Pelin'in Viyana gezisiyle ilgili fotoğraf albümünün etkisi de var. Yemeğimiz, etli hurma... Halk arasında, portakal soslu ördek, reçelli köfte, üzümlü çorba gibi lezzetlere olan sevgisiyle tanınan bendeniz, tabii ki de bu lezzeti es geçmeyecekti. Tek bir tane almak istediğimi söyledim vitrinin arkasındaki kadına. O da bana, 4 alana 1 bedava dedi. Ben de çok akıllı bir insan olduğum için fiyatına bakmadan tamam dedim. O küçücük kutunun 20 avro olduğunu öğrenmem beni derinden yaraladı doğrusu. Etli hurma benim bile hoşuma gitmedi sonuç olarak ama o kutu doğrudan çöpe gitti. Ben de diğer arkadaşlarım gibi döner yedim.

Kar şiddetini arttırdı biz hostelimizi bulmak üzere metroya indik. Prag metrosundaki kapı kapanma töreninden bahsetmiştim. İstanbul metrosunda kapılar bir sinyalden sonra kapanır. Viyana metrosu şu ana kadar gördüklerim arasında en ölümcül olanı sanırım. Kapılar bir sinyal ile aynı anda bam diye kapanıyor. Bir de çok sallanıyor, memleketimiz Prag metrosunu andık hep beraber. Prag da istediğimiz gibi bağırıp çağırırken, buradaki Türk nüfusunu dikkate alarak kendimizi kontrol etmeye çalıştık.

Hostel baya temizdi güzeldi, yerleştikten sonra kendimizi dışarı attık. Görülmesi gereken yerler listemizi takip ederek yürümeye başladık. Bütün gece kar topu savaşı yaptık, yerlerde yuvarlandık, barbar Türkler olduğumuz için birbirimize saldırdık. Şehrin bütün merkezi yerlerinden geçtik ama kimse ortalarda yoktu. Sonunda belediye binasına yaklaştığımızda büyük bir kalabalıkla karşılaştık. Devasa bir buz pisti disko gibi ışıklandırılmış, insanlar Daft Punk, ABBA falan çalarken buz pateni yapıyorlardı. Ben kendimden geçtim tabi. Denemek istedik ancak 1 saatlik kira ONDÖRTBUÇUK avro olduğundan izlemekle yetindik :) Memleketimiz Prag'da 3 saatliği 6 avroya denk gelen pistte kaymaya karar vererek ayrıldık.

Ertesi gün gündüz gözüyle gece karlar altında gördüğümüz yerlerden tekrar geçtik ancak geceki kadar etkilenmedik. Yine de ortak fikir Viyana'nın güzide bir şehir olduğuydu. Havalar ısındığında yine giderim belki.

Şu an çok hastayım grip oldum, hiç bu kadar bitkin düşmemiştim bir hastalıktan. Cumartesiye kadar iyi olmam gerekiyor. İyileşemesem, sonunda ölecek bile olsam, ve Stockholm haftasonu -10 dereceden daha sıcak olmayacak da olsa gezeceğim. Bu hastalık yüzünden buradaki belgesel film festivalinin bir kısmını kaçırıyorum. İyileş Barış, iyileş.

9.3.10

Metro v Praze


Sovyet yapımı Prag metrosu 3 hattan oluşuyor ve bu 3 hat, 2li kombinasyonlarla şehir merkezinde 3 hat ile birleşiyor. Burada toplu taşıma baya rahat bence, metroyla bütün merkezi yerlere gidebiliyorsun. Ancak, yurt bizim gibi şehrin bilmem neresindeyse, bir kaç durak otobüs aktarması yapılabiliyor. Avrupa'nın diğer şehirlerine nazaran metro kullanmaya çok daha geç başlamış olsalar da(1974) adamlar kurallara uyuyor, yürüyen merdivende sağda duruyor, inenlere öncelik tanıyıp sonra biniyor. Tabi arada bir kaç barbar çıkmıyor değil..

"Avrupalı çok okuyor efendim." Bunlar Avrupa'nın merkezinde, öyle çok da okumuyor yani. Türkiye'de ortalama 1-2 kişi okuyorsa bir otobüs ya da metro vagonunda, burada 3-4 oluyor bu sayı. Okudukları kitaplar da hep eski, dökülmüş kitaplar, kütüphane kullanımının yaygın olduğu sonucunu çıkardım.

Prag metrosunun tek saçma tarafı, kapıların kapanması öncesi adeta tören yapılması. İzmir metrosu'nun "Dikkat, Kapılar kapanacak" uyarısını saçma bulurken, burada dumura uğradım biraz. Önce kapıdaki ışık kısa bir melodi eşliğinde yanıyor, sonra adam sakin sakin "Lütfen iniş ve binişleri tamamlayınız, kapılar kapanacaktır." diyor ve nihayet kapı kapanıyor. Bir de video buldum onu ekleyim. http://www.youtube.com/watch?v=fGuxbzvnu50&feature=related

Okulum, yeşil hattın sol en üstteki ilk durağında, yurdum ise kırmızı hattın sağ en alttaki sondan 3. durağında. Bu tören'e 4 ay daha maruz kaldıktan sonra, Çek dilini de sökeceğimi tahmin ediyorum. Zaten bu anonslarla sevmeye başladım, pıtı pıtı konuşuyolar.

Sümük ve Avrupa

Türkiye'de yaşayıp Avrupa'da zaman geçiren bir insanın ilk dikkatini çeken şeylerden biri(hastalık mevsiminde ise) sümkürme olayı oluyor. Herkesin, cebinde mutlaka, bize ilkokulda önlüğümüzün ön cebine ya da pantolon cebimize sıkıştırılan kumaş mendiller gibi mendiller var ve sürekli bunu kullanıyorlar. Son derece rahat ve gürültülü bir şekilde sümkürüyorlar. Gözlemlediğim kadarıyla herkesin kendine özgü bir tarzı da var tabi. Yan odamdaki tek bir tonda ve kısa sümkürürken, insanların çoğunluğu kesikli ve uzun sümkürüyor. ppprpprt..prtptrt..prttt tprpr.. diye.

Geldiğim ilk günlerde yadırgamadım, bu gayet doğal bir şey hepimizin kafasında sümük var yani. Ben istiyorum ki insanlar sümkürsün, başkalarını rahatsız etmeden geyirsin, yanlışlıkla osurunca gülünmesin. Ancak ben böyle bir kültürle gelişmediğim için biraz garip geliyor tabi. Bir de buranın dilencileri inanılmaz kötü kokuyor ve nedense hep bana denk geliyor. Bu sabah 3. oldu ama aralarında en temiziydi. En kötü ihtimalle 8 yıl önce yıkanmış diye tahmin ediyorum.

buralar eskiden hep komünistti. komunismus je sexy.


Geldiğim ilk 1 hafta boyunca odama baya nadir uğradım. En sevdiğim şey olan yabancı bir şehirde hiç bir şey yapmadan dolaşmak dışında fırsat buldukça müze gezdim. Yabancılar polisinde, (alien police !) oturum izni almak için yüzlerce Rus, Vietnam'lı ve diğer göçmenlerle aynı odada saatlerce bekledikten sonra pek halimiz kalmamıştı doğrusu. Ancak komünistleri havalı bulan bir kapitalist, tüketici vatandaş olarak yorgunluk dinlemeyip elimde rehberle ve bir kaç arkadaşımla komünizm müzesine gittim. İstanbul'dan aldığım 10 TL lik başucu kitabım, Prag rehberinde müzenin yerini bulamayınca, yoldan geçen bir başka kapitalist, tüketici vatandaşa sorduk yerini. Genç, müzenin yerini Mc Donald's ın üst katında diye tarif edince, bunun bilinçli bir şey olup olmadığından kıllandım tabi. Mc Donald's ın yan kapısından girip üst kata çıktık ve Kumarhane'nin kapı komşusu müzeye ulaştık :) Müze benim için oldukça tatmin ediciydi. Her şey tarafsız olarak yansıtılmıştı ve enstelasyonlar başarılıydı. Müzenin sonlarına doğru karşıma çıkan temsili Berlin duvarı ise, beni, gerçeğini görmek üzere Berlin'e koşmam konusunda biraz daha heveslendirdi. Çıkmadan önce, tarafsız müzenin taraflı müze-dükkanı'ndan kartpostal aldım. Üzerinde alışılmış Sovyetler zamanındaki mutlu işçilerin çizimleri var ve aldındaki yazı beni benden aldı. "Dükkanlarda yeteri kadar tuvalet kağıdı bulunamıyordu.. Neyse ki, yeteri kadar yiyecek de yoktu." Güzel ayar ! :) Komunizm müzesinde Lenin heykeli ile resim çektirdikten sonra, aşağıdaki Mc Donalds'ta Ronald Mc Donald heykeli ile fotoğraf çektirecektim ki, malesef bulamadık kızıl beyefendiyi.

Ertesi gün de Sex Machinery müzesine gittim. Piercing takılmış pipi ve kuku sergisinin yanında bol miktarda sado-mazo ilişki alet edevatı bulunuyordu. Fikirlerimi kendime saklıyorum........ Hiç şüphesiz ki verdiğim 200 koruna(15 tl) Amsterdam'daki seks müzesi kadar eğlendirmedi beni. Bakalım Amsterdam'a yolum tekrar düşecek mi?

ve gelenek bozulmadı..

Nedir bu gelenek? Erasmus için Avrupa'ya giden her 3 kişiden birinin blog yazması. Hiç şüphesiz ki benim de söyleyeceklerim var ! Gelmeden önce kafamda hiç blog yazma fikrim yoktu. Sadece sırt çantamdan eksik etmediğim moleskin-ajanda/günce 'ye zaman zaman not almayı planlıyordum. Ancak, defterim daha çok seyir defteri şeklinde ilerlediğinden buraya dikkatimi çeken farklılıklardan bahsetmeye çalışacağım daha çok. Şimdiden Prag'daki 2. haftamı doldurdum ve işte başlıyoruz.

Erasmus'u sonu gelmeyen partiler ve çılgınca sosyalleşme ortamından ziyade; tek başına yaşama deneyimi olarak görüyordum gelmeden önce. Bu yüzden uçağa binene kadar pek heyecanlı değil, sadece meraklıydım yaşamayı becerebilecek miyim diye. Her ne kadar burda Farabi değişim programına gelmişçesine genellikle Türklerle zaman geçiriyor olsam da, her şey harika gidiyor benim açımdan. Kendim için alışveriş yapıyorum, 1-2 yemek yapmayı öğrendim, ekonomik olmaya falan çalışıyorum, arada temizlik yapıyorum, bulaşık yıkıyorum ve bundan acayip bir şekilde zevk alıyorum. Oda biraz bakımsızdı ilk geldiğimizde. Yılmadık, burada bulunan 2  ikea'dan daha büyük olanına gittik(daha ne kadar büyük olabiliyorsa?) masa, dolap örtüsü, mutfak malzemeleri ıvır zıvır aldık, duvarlardaki asker odasını andıran erotik posterleri kaldırdık. Son olarak da kapı üzerindeki very sexy 3 posteri, uyuyan Homer Simpson posteri ile kapatıldı. Artık oda, daha zekice biri kalıyor izlenimi vermekte. Dağınıklık ise şimdilik tek problemimiz :)

Bu da 2. kattaki odamızın manzarası.

Evet yerdeki şey kar ! Henüz 2 gün önce her yer bembeyazdı, şimdi güneşli bir hava. Bu Prag'ın havasına güvenilmiyor canım.

İlk kar yağdığında 482983 tane öğrencinin kaldığı yurtlar bölgesinde, dışarı çıkıp arabaların dikiz aynasında biriken karları toparlayıp kartopu yapmaya çalışan tek kişi benim. Kar görmemiş izmirliyi burada öyle güzel temsil ediyorum ki... Hazır kar görmüşken bu klişeyi de hayata geçirmeden olmazdı :) Ve itiraf ediyorum, her ne kadar gitmeden önce müzeden müzeye koşup, avrupanın kültürünü alacağım dediysem de, bu resim bir parti dönüşü sabah 7 sularında çekildi. :)