26.4.10

Tarihi 'celebrity' şehri, Karlovy Vary

Türkiye'de bazı tarihi binalara gittiğinizde(büyük kısmının tarihi en fazla 100 sene oluyor) giriş bölümünün bir köşesinde, Atatürk'ün o binayı ziyaret ettiğinden bahseden bir köşe bulunabiliyor. Bence bu tip yazıların, "Atatürk okulumuzdaki yer karolarını saydı." ya da "Atatürk şehrimize uğradı ve dirseğini yalamaya çalıştı." demekten bir farkı yok. Bu tip haberleri değerli bulmuyorum. Biraz putlaştırmak olmuyor mu? Prag'da en sevdiğim tepe, Letna Parkı. Zamanında dünyanın en büyük Stalin heykeli burada bulunuyormuş ama sonra bunu patlatmışlar. Hayır, komünizm bitince değil, komünistlerin kendisi patlatmış. Stalin'in putlaşmasını engellemek, komünizm=Stalin düşüncesinden kurtulmak için. Ben ne demek istediğimi anladım, umarım siz de anlamışsınızdır sevgili okuyucularım. (Bu arada heykelin yerinde 1991'den beri dev bir metronom bulunuyor. Ben de zaman zaman onun yanına oturup Prag'ı dinliyorum gözlerim kapalı...........)

Prag'a 2 saat uzaklıktaki Karlovy Vary isimli güzide şehirde şöyle bir şeyle karşılaşınca baya hoşuma gitti. Otelin girişinde Sigmund Freud'un ve Atatürk'ün bu otelde kaldığını gösteren birer tabela var. Şehrin adı pek tanıdık değil ancak Avrupa'da tarih boyunce hep popüler olmuş. Zamanında bir çok Avrupalı krallar, kraliçeler, imparatorlar ve devlet adamları tarafından ziyaret edilmiş ve sadece Atatürk'ün ziyaretinden bahsediliyor. Bıdı bıdı etmeyin, güzel bir şey bu. Şehrin bu kadar özel olmasının nedeni şahane bir doğası olması, tamamen eski binalardan oluşması ve tabii ki kaplıcaları. Kutsal Roma İmparatorluğunun Kralı Charles, bir gün avdayken tesadüfen keşfediyor ve buraya kaplıcalar kurduruyor. Karlovy Vary, kralın banyosu anlamına geliyormuş. Şehirdeki mülkün sadece 20%si Çeklere ait. Geri kalanı Avrupalı ve Amerikalı insanların.

Burası eskiden Pazar olarak kullanılıyormuş ve hitler şeytanı, en çok bu yapıyı seviyormuş. Eskiden tamamen demirden oluşan bu yapı, şeytan adamın binayı söktürüp demirleri silah fabrikasına yollatmasından beri ahşap. Sokturmeden once, binanin birebir kopyasini muhendislerine yaptirmis tabi.
Eski Rus imparatoru Deli Petro sık sık burayı ziyaret ediyormuş. Villasına gelirken onlarca hizmetçisini getiriyormuş ancak onlardan çok azı geri dönebiliyormuş. Nedeni ise bu deli adamın en ufak bir hataya katlanamaması ve bir çoğunun kellesini uçurması. Yaverleri ise çözümü, Rusyadaki evin birebir kopyasını buraya yaptırmakta bulmuş, böylece daha az hata yapılıyormuş.
Hiç sevmediğim James Bond'un Casino Royal filmindeki kumarhane sahneleri dünya üzerinde başka yer kalmamış gibi bu şehirde çekilmiş Bunun yanında şehre Mozart, Beethoven ve kim olduklarını bilmediğim bir sürü önemli herif gelmiş.
Bir de kedisini tasmayla gezdiren kadın ve 2 sıra sığacak genişlikteki dünyanın en küçük kilisesini gördüm. Büyük şehir insanı olarak şehri güzel ama sıkıcı buldum. Ben de tatmin olmak için Prag'a döner dönmez derhal şehrin en multikültürel bölgesinde dolaştım ve dinamik şehir hayatında fast food ile sağlıksız beslenerek bir yerlere yetişmeye çalıştım..

24.4.10

"Tisztában vagyunk a nyelvet beszélni egy kicsit furcsa." -Macar Atasözü-.

Bratislava'da şehir merkezinden otobüsle tren istasyonuna geldim. Çekçeye olan 2 aylık aşinalığımdan sonra Slovakça anonslar bana Azerice gibi geldi. Acaba onlar da birbirleriyle dalga geçiyor mu? Slovaklar Kayboldumski yerine Azdımska deyince komik oluyor mu? Bence hayır.

Bu saçma düşüncelerden kurtulmak için ilk trenle Budapeşteye gitmeye karar verdim. Keşke insan her zaman karar verdiği şeyleri gerçekleştirebilseydi. O zaman belki benim gibi SAF birileri yanlışlıkla Sırbistana gitme tehlikesi atlatmazdı? Bratislava'dan Budapeşte'ye giderken bir kaç durakta durduk. Telefonumun şarjı bitmek üzere olduğundan kapatmıştım ve bu yüzden zamanı öğrenemiyordum. Nihayet durduğumuz bir durakta yanımdakilere nerede olduğumuzu sorunca Budapeşte cevabı almamla inmem bir oldu ve akabinde tren kalkıverdi.


Budapeşte için Avrupa'nın en güzel şehirlerinden biri diyorlar. Şehir insanları ve atmosfer itibariyle ortalama Avrupa şehirlerinden farklı. Şehri kısaca Bükreş'in daha fazla tarihi yapıya sahip olanı şeklinde tanımlarsam baya doğru olur bence.(Bükreş'teki eski şehir merkezinin onlarca klise, katedral, sinagog ve yüzlerce tarihi yapıya sahip büyük kısmı bir komünist lider tarafından yıkılıyor ve yerine ilk resimdeki dünyanın en büyük 2. idari binası, önüne de Paris'teki Champs-Elysees çakması bir cadde yapılıyor..) Burada insanlar daha akdenizli gibi, daha gürültücü ve hareketli. Macarca ise gördüğüm en çılgınca dillerden biri. Türkçe'nin tersten okunuşu gibi duyuluyor konuşmalar. Yazılar ise birinin klavyeye bakmadan rastgele tuşlara basması gibi.. Zamanımızın büyük kısmını Macarca ile dalga geçerek geçirdikten sonra aslında Türkçe'nin de biraz böyle göründüğünü farkettik daha az dalga geçmeye başladık..

Budapeşte metrosunu görünce ise yüreklerimiz burkuldu. Sanki Avrupa birliği Macaristanı AB'ye almış ve sonra aldığını unutmuş gibiydi. Dünyanın en eski 2. ağına sahip metronun 1. hattındaki vagonlar biraz geniş bir banyo kadar ve kapılar açılıp kapanırken 2 farklı melodide atari müzikleri çalıyor. Oyuncağa benzeyen vagolarla sallana sallana giderken eğlendiğimi inkar etmeyeceğim. Özel bir hat olduğu için kızmadım Macar'lara. Peki ya diğer hatlar.. İçerisi son derece kasvetli, vagonlar pas içinde ve tünellerde giderken sesten yanınızdaki insanın sesini duyamıyorsun. Bu resimde 2. hatta işaret diliyle anlaşıyoruz..

2 gün geçirdiğimiz Budapeşte'de görülmesi gereken her yerde ağzı açık pozlar verdikten sonra bir kaplıcaya gitmezsek ayıp olabilidi, şayet Budapeşte günde 70 milyon litreden fazla termal su elde eden bir şehir. Gittiğimiz havuz şehrin en merkezi yerlerinden birindeydi ve söylendiğine göre en fazla genç nüfusa hitap ediyordu. Kaplıcaların saunaların ve buhar odalarının bulunduğu bölgedeyken geçirdiğimiz 1 saat içinde, ne zaman havuzdan 35 yaşından daha yaşlı olmayan biri çıksa gitmeeee diye bağırıyorduk. Rahat rahat Türkçe konuştuğumuz bir anda havuzdaki bir adamın bize "Soğuk değil mi?" demesiyle pot kırmaktan kılpayı kurtulmuş olduk. Adamla biraz konuşunca, dışarıda bir havuz olduğunu öğrendik ve saatlerce baya bir eğlendik. Geceyi Renk'le havuzda girdiğim iddia ile 10 avro kaybederek kapatsam da sırf o havuz için bir daha Budapeşte'ye gitmek isterim. Ancak sıradaki hedef Berlin gibi görünüyor.

Havuzdan ancak 9 buçuk gibi ayrılabildiğim için otobüsü kaçırma tehlikesi atlattım. Shot bardağı alamasam da Sana yenilmeyeceğim Budapeşteee pozumu vermeyi ihmal etmedim. Gezi boyunca metrodaki bilet kontrolcüleri dışında genellikle Macarlar'la iyi anlaştığım için hiç, çıkın Avrupadan demedim. Sadece ilk zamanlar, çabuk Türkçe öğrenin canım diye rica ettim. Prag'a dönüş yolumda iyi uyuyabilmek için otobüste bira sipariş etsem de, yanımdaki barbar İspanyol'un kafası düzenli olarak omzuma düştüğünden radyodaki Macarca, Slovakça ve en son Çekçe şarkılar dinleyerek Prag'ıma geldim.

20.4.10

Nowhere near Berlin.

Şaşkınlık sınırlarımı daha ne kadar zorlayabilirim diye düşündürdü bu haftasonu beni. Renk ile beraber Budapeşte'ye karar verdik. Hazırlanıp odadan çıktım ve metro istasyonunda beklemeye başladım. SAF olduğum için yanıma biletimi almadım tabii. Ne yapsam ne yapsam diye düşündükten sonra bilgilendirme masasındaki adamın tavsiyesi üzerine oda arkadaşıma biletin resmini çektirdim ve e-mailime yollattım. Başka bir otobüs şirketine ait olan internet kafeyi kullanabilmek için barbarca adama yalvardım ve ikna ettim. böylece biletimle birlikte otobüse binebildim..


Yolda giderken, 'Ya hazır gitmişken Bratislava da göreyim..' dedim ve SAF olduğum için gecenin 4ünde mola yerinde yalnız başıma kendimi Bratislava sokaklarına attım. Otobüs terminalindeki bilgilendirme bilgisayarında sayfalar arasında dolaştım bir süre. Metro haritası aramaya çalışırken bilgisayarın hata verip Windows 2000 yazısı ile beraber baştan başlamasından, burada metro olmadığını anlamalıydım.

Başlıktaki yazıyı Eurotrip isimli aptal ama komik filmi izleyenler anlayacaktır. O kadar doğru ki. Bratislava.. Nasıl desem.. Doğu Avrupa böyle bir şey olsa gerek.. Gece ortalarda tek tük insan vardı ve genellikle bunlar akşamdan kalma sızmış insanlar ya da turistlerdi. Saat 6ya kadar gördüğüm bu mutlu turistler, Bratislavada gördüğüm son gülümseyen insanlardı.. En erken açılan yer Mc Donalds a gitmeden önce şehir merkezini turladım. Oldukça küçük bir şehir olduğu için görülmesi gereken her yer 1 saatte tamamlanabilir dersem abartmam herhalde. Eski şehir merkezi, her Avrupa şehrinde olduğu gibi oldukça güzel korunmuştu, ben de zevk alarak gezdim. Ama şehrin genelinde merkezde gördüğüm güzel binalar ve sevimli heykeller dışında pek bir şeye rastlayamadım. Bu amcanın derdini ise hiç anlayamadım. Muhtemelen Bratislava'da yaşadığı için depresyona girmiştir. (ben de pek iç açıcı görünmüyorum tabi.)

Son olarak, Slovaklar'a 'Ayrıldınız da ne oldu? Euro kullanınca daha mı havalı oldunuz?' diye sordum, ancak saat 10 olmasına rağmen hala ortada turist dışında insan olmadığı için soruma cevap alamadım. Trenime binmek için yola koyuldum.. Bir sonraki yazı, Budapeşte.

12.4.10

Bahárská neděn hálá gelmiyořsky?

İşte Prag'da sıradan bir pazar günü. Petr Bey, karısı Tereza hanım guláš hazırlayana kadar evlerinin önündeki alanda golf oynuyor. Oğulları Tomaš ise henüz buz hokeyi maçından dönmemiş. Ailenin en küçük üyesi Matej, arkadaşlarıyla her zamanki gibi Letna parkında buluşmuş hip hop dansı icra ediyorlar. Natelie, arkadaşları Jiri ve Lukaš ile geceki 'drug' partisini sokakta sonlandırmış görünüyor. Taksicilik yapan abisi Jan, turistleri kazıklamakla meşgulken, onun nişanlısı Veronika otobüs şöförlüğüne devam ediyor.. Ve Prag bir kaç gündür soğuk ve yağmurlu.

9.4.10

Hare Krişna, Hare Kaba Garsonlar..

Bu insanlara sokakta 2. kere rastlıyorum. Neredeyse hepsinin elinde müzik aletleri var ve pek eğlenceli bir şekilde ellerindeki pankartta yazan şiiri okuyorlar. Hare Krişna, Hinduizm felsefesinin bir parçası ve tanrılarından biri olan Yüce Mantra anlamına geliyor. Hinduizm inancına bağlı insanlar Hindistan'daki 830 milyon insanla sınırlı değilmiş demek ki. Prag ne eğlencelisin yahu. Olanlara şaşkın şaşkın bakan insanlar da vardı tabi .Bence baya zevkliydi yaptıkları şey, bu yüzden şehir merkezinden Karluv köprüsüne kadar peşlerinden gittim. Köprüyü o müzik eşliğinde geçmek güzel olabilirdi ancak deliler gibi yorulmuştum.
Çek Basınından son 15 yılın en iyi fotoğraflarının sergilendiği büyüüüük bir sergi vardı. Ben en komik resim kategorimde birinciliği, Eski Çekoslavak komünist partisi başkanı ve genel sekreterinin mc donalds'da oturup hamburger yedikleri resme verdim! Bari eve sipariş etseydiniz diyeceğim ama burada bu kadar gelişmiş bir hizmet sektörü olduğunu sanmıyorum. Bir gün bardaki garsonlara sipariş verdiğimiz için dayak yiyeceğimize eminim.. Tavırlarından sonra içimden özür dilemek geliyor, kendime güvenimi tamamen yitiriyor ve ağlayarak mekanı terk etmek istiyorum....

8.4.10

Yaşadığı şehir: ?

Bir şehirde yaşıyorum demek için ne kadar süre gereklidir? Kişiye göre değişiyor sanırım. 20 yıldır İzmir'de yaşayan ben henüz Asansör'e gidip bir akşam yemeği yemedim ya da Konak Meydanı'na 5 dakika mesafedeki Arkeoloji Müzesine gitmedim. Tabii ki bunun nedeni, nasıl olsa bir gün giderim, burada yaşıyorum sonuçta mantığı. Hayatımdaki ilk rakıyı da bir Tayvanlı ile beraber içmem de ayrı bir konu aslında. Şu an Prag'da yaşıyorum diye rahatlıkla söyleyebilmemin nedeni azalan aidiyet, artan bağımsızlık duygusudur. İzmir "gerçekte" yaşadığım yer değil, memleket olarak hayatımın değişmeyecek bir parçası olarak kalacak sadece.

Prag'da yılımın 3 te birini geçirecek olmam, beni "nasıl olsa bir gün giderim" şeklinde düşündürmedi. Keşfedilecek çok fazla yer var ve rastgele bir sokağa daldığımda hala ilginç bir şeyler bulabilmek güzel. Resimde sıradan bir şey gibi görünüyor ama en çok sevdiğim yapılardan biri bu çeşme. Ve bir gün içinde keşfedilen ilginçlikler şu şekilde sıralanmakta.

Burası ara sokaklardaki bir kanalın üzerindeki köprünün duvarı. Demirlerin üzerindekiler ise yüzlece kilit. Romantik serseriler kilitlerin üzerine isimlerini yazıp hiç ayrılmama dileği tutmuş oluyorlar. Asma kilitlerin anahtarı ise hemen arkadaki nehre atılıyor diye tahmin ettim. Ben gittiğimde de orada bulunan ve asma kilit satan işportacı amca yoksa eğer bazı insanlar gibi duvara kilit çizmek de kafi. Bu köprü, John Lennon duvarını geçer geçmez kolayca bulunabilir. 

John Lennon duvarının da şöyle bir hikayesi varmış. Cinayet işlendikten sonra yas tutmaya başlayan Çekoslovak gençliği, anı olması için Malta'lı şövalyelere ait olan binanın duvarını seçmişler. 90'lara kadar süren 10 yıllık polis ve gençler arasındaki grafitti mücadelesi, Maltalıların izin vermesinin ardından yasal hale gelmiş. Prag genelinde yasal mı bilmiyorum ama en azından rahat olmalı ki çok fazla grafitti, stencil ya da rastgele karalanmış duvarlar var. Stockholm'ü sıkıcı yapan şeylerden biri duvarlarda tek bir çizik olmaması olabilir !

Kırmızı atın üzerindeki kırmızı uzun kollu adam, Nehirdeki en büyük ada üzerinde bulunan bir müzenin bahçesinde duruyor. Yakınlaşınca Prag'daki heykellerin olmazsa olmazlarından biriyle karşılaştım. Sanırım heykelsiz bina yapmanın yasak olduğu gibi, pipisi kapalı erkek yapmak da yasak. Öte yandan baya komik, plastik pipi ! (Plastik pipi deyince şu resmi de koymadan edemedim. Sex müzesindeki piercing sergisi)



Yurdumu değiştirdim. Dünyanın en iyi badisi Lukas sabah sabah geldi ve bütün işlerimi halletti.Yeni odam eski odayla karşılaştırıldığında bal dök yala denilebilir nitelikte ama derinlemesine temizlik yapılıyor şu an. Hayatımda yapmadığım duş ve küvet temizleme, buz dolabı raflarını silme eylemlerini az önce icra ettim. Pelin'ciğim, o kadar da kirli değillermiş, romanyadakilerden sonra baya "hijyenik" :) Yeni odamda bir İtalyan ile kalacağız ama bir süre yurtdışında olacağından şimdilik yalnız yaşıyorum. Özgurlükettaro !

Sokaklar kalabalıklaştıkça, kulüplerden ya da dışarıda yürürken sağdan soldan gelen ot kokusu da artmaya başladı. Turistler geldi şehrimizin huzuru kaçtı canım.