
3 ay bitmek üzere. Kapalı hava yüzünden fenalık geçirdiğim 1-2 hafta dışında dolu dolu geçti zaman. Hava hala kapalı ama gitgide dejenere olup Avrupalılaştığım için kapalı hava ile yaşamayı öğrendim, monta cekete de ara vermeden devam ediyoruz. Son 1 haftadır ise maceradan maceraya koşuyorum. Artık eski sıklıkta yazı yazmıyor olmamın nedeni de bu olabilir.

Geçtiğimiz cuma, sabahın köründe bizim okuldan ve Charles üniversitesinden yaklaşık 50 kişilik bir grup olarak tren istasyonunda buluştuk ve 5 saatlik yolculuğumuza başladık. Sara ile boş yer olan kompartımanlardan birine girdik. Bir önceki gece akşamdan kalma olduğumuzdan önümüzdeki 3 yorucu gün için güzelce uyumayı planlıyorduk. Ancak kompartımanda, Türk, İsveçli, Yunan, Amerikalı ve Alman olunca o 5 saat birleşmiş milletler toplantısı gibi dünya meseleleri konuşarak geçti. Esasında yeni tanıştığım bir çok yabancı ile konuşmalarımız benzer doğrultuda oluyor. Bir yandan hoşuma gidiyor tabi. Güney komşularımızın alfabesi ile yazılmış bir yazıyı gösterip bu Tükçe mi diyen ya da Türkiye'de salyangoz olup olmadığını merak eden cahil Avrupalılara bir şeyler öğretmekten kıvanç duyuyorum.. Neden çok esmer olmadığımı soran onlarca kişiden sonra bir kaç kez de Alman'a benzetildikten sonra, "aslında güney avrupadaki bütün halklar benziyor şaşırmayın artık yahu!" teması ile meydanlarda daha fazla boy göstermeye karar verdim. Yolculuk sonunda ise bir önyargım, hala önyargı olarak kalmaya devam edecek de olsa yerini sağlamlaştırdı. Amerikalılar gerçekten acayip(kötü anlamda.) Yunan ile konuşmak ise zevkliydi.

İlk durağımız Vissi Brodda yolculuğa başlamadan önce yağmurun durmasını bekledik, beklerken de yemek yedik. Ama yağmurun durmayacağını anlayınca hazırlanıp başladık. Can yeleği yüzünden 3 gün boyunca nefes alma sıkıntısı çekince Türklere bir şey olmaz yüzerim düşüncesi ile gevşeterek gezdim.. Ancak biraz ileride bahsedeceğim düşme olayından sonra can yeleği hakikaten gerekliymiş dedim.
Buraya ilk geldiğimde herkese karşı ılımlıydım, kimse hakkında tanımadan olumsuz konuşmuyordum. Ama bu geziden sonra bazı insanlara karşı dayanma limitimi aştığımı farkettim. Bu kişileri boğalar diye anlatacağım. Bu kadar kuru gürültü yapan rahatsız edici ve kaba bir toplulukla tanışmadım. Romanya'da tanıştığım gruptan sonra boğalar hakkında baya iyi izlenim edinmiştim, ama buradakiler dayanılacak gibi değil. Detaya gerek yok, tek yaptıkları el çırpmak bağıra bağıra konuşmak ve sürekli küfretmek. Sadece 1-2 tanesine katlanabiliyorum o da şansıma kanoda eşim oldu. Diğerleri ile ise kesinlikle ilgilenmiyorum ve acayip bir şekilde daha kibar olmaya başladılar ?!
Bütün gün uyum içinde gidebilmişken günün sonunda kalacağımız yere 50 metre kala akıntıya kapılıp kanodan düştük. İçi su dolup batan kanoyu kurtarmak için oldukça uğraştık ve nihayet çıkarabildik. Sudan çıktığımda dizimin kanlar içinde olduğunu farkettim. Sadece kano kullanan 4 kişi kalmıştık, kanoları karaya çektikten sonra herkes ortadan kaybolup direk nehir kenarındaki hostele koşturdu ve ben kanlar içinde ortada kaldım. Rezaletin üzerine bir de can yeleğimi karşıda unutmam eklenince kasabadaki tek köprü için git gel 3 kilometre kadar o bacakla yürüdüm. Gece yemek yemeye gitmeden önce hostel sahibinden gerekli ıvır zıvırı alıp yarayı kapattık.

Gece gittiğimiz restoranda fiyatlar Prag şehir merkezinde kadardı biz de en ucuz yemek olan şeftalili tavuk yedik ve oldukça güzeldi. Diğer yemek seçeneklerimiz arasındaki geyik etini tanımlamak için Bambi dedim. Sonraki günlerde insanların artık deer yerine bambi demesi ise erasmusça'ya yaptığım katkılardan en büyüğüdür. Yemekten sonra bir bara gidip dedikodu yaptık topluca. Maalesef arkadaşlıkları çok gerçekçi bulamıyorum. Dikkatli bakınca bazı insanların arkadaşlık amacını anlayabiliyorsun. Benim gruptan kimseyle düşüp kalkmaya niyetim olmadığından arkadaşça yaklaştığım bazı insanlar kabalaşma hakkını kendilerinde görmüşlerdi. Bunu farkedip onlarla ilgilenmediğimden beri, daha popüler bir insan oldum? İnsan her yerde aynı, bir bok gösterip bunu insanlara havalı bir şekilde pazarlayınca bok da gayet ilgi odağı olabilir.

İkinci ve üçüncü gün dizimi kıramadığım için raftinge geçtim. Rafting deyince akla beyaz su raftingi gelmesin tabi. Sakin sakin doğa izledik. 3. durağımız Cesky Krumlova gitmeden yol üzerinde nehir kenarındaki bir kamptı. Botları kenara çektik. Karada bir grup orta yaşlı insan vardı. Bir grup hariç tüm gruplar karaya çıkmış bekliyordu. Bu grubun geliş zamanlaması ise baya talihsiz oldu.. Bu orta yaşlı grup arkadaşlarının cenazesi için böyle güzel bir yer seçmişler. Arkadaşlarının küllerini nehre serptikten hemen sonra, son bot grubunun henüz beyaz toz havadayken içinden geçmesi ile grup halinde yerlere yattık ancak hemen arkamızı dönüp toparlandık. Böyle yazınca cık cık cık ayıp diyorum kendime ama olaylar öyle güzel gelişti ki. Ben ilk defa küllerin nehre serpilmesine şahit olmanın heyecanındayken bu arkadaşlar olaya daha yakından dahil olmak zorunda kaldı. Gece ateş başında hoşbeş ile geçti.

Son 9 km lik yolculuktan sonra Cesky Krumlova ulaştık. Çek bir kız bana Japon turistlerin Avrupa paket turlarından bahsetti. Bizim Viyana, Prag, Budapeşte popüler bir paket mesela. Japonlar için de bu üç şehrin yanında Cesky Krumlov olmazsa olmazmış. Gerçekten de oldukça sevilecek bir kasabaydı. Orta çağdan beri hiç bir değişiklik yapılmamış yapılaşma olarak ve toplu taşıma kullanılmıyordu. En az Çekler kadar Japon vardı dersem abartır mıyım? Evet. Şehri gezip yemek yedikten sonra trenle Prag'a döndük.

Bu döndüğümden beri 5. gün. 5 gündür gece klübe gidip dansediyoruz. Yarın yine gideceğiz. Her gece aynı şarkılardan bıktık mı? Biraz. Ancak Türkiye'ye gidip yüksek doz Serdar Ortaç almak yerine (hem de yeni albüm çıkarmışken) binlerce kez daha David Guetta dinleyebilirim. Asıl o değil de, neredeyse her akşam Tarkan-Kiss Kiss çalıyor. Ama dün gece çalan Zeynep Dizdar'dan sonra noluyoor diye birbirimize bakışımızı unutamam. Geceleri leş gibi eve gelince temiz kıyafet sayısındaki ani düşüşten sonra nihayet çamaşır yıkama sıramız geldi ve artık temiziz.
Şu an yine yağmur yağıyor. Burada ilginç bulduğum şeylerin 95%'ini yaptım. Geri kalan 5i ise güneşli günlere saklıyorum. O günler gelene kadar dansetmeye devam :( ( ehe ehe ehe ) Ha bir de unutmuşum, 2 haftadır falan ödev sınav dönemindeyiz diyeceğim de kulağa şaka gibi geliyor. Gıcığım di mi :)