29.6.10

Gezenti, Barış, Barcelona.

Bu, "Bir şehir nasıl güzelleştirilir" hikayesidir. 

Erasmus'a gelmeden önce kafamda sadece 2 şehir vardı. Sadece Berlin'i ve Barcelona'yı merak ediyorum, onun dışında pek gezer miyim bilemiyorum diyordum. Bu kadar meraklı ve kararlıydım yani. Berlin için adam gibi bir yazı yazamadım. Sanırım kafamda ya bir turist bakış açısıyla çok fazla şey var, ya da Berlin'i fazlasıyla benimsemiş bir bakıç açısıyla oldukça olağan ve 'yerli'yim. Ama beni en çok etkileyen şehir diye kolaylıkla diyebiliyorum. Hayal kırıklığına uğramadım. Barcelona, kafamda Berlin ile aynı kategoriye konulmanın verdiği şanssızlıkla pek beklentilerimi karşılamadı. 

Bu durağımız gezideki en eğlendiğimiz yerlerden biriydi, pek keyifliydik. Ama kafamda biraz da kıskançlıkla ortaya çıkan "Neden İzmir de böyle olmasın ki?" sorularıyla bir şehri güzelleştirmenin o kadar da zor olmadığına odaklanmış şehri inceliyordum. Aynı zamanda bizi en çok yoran durak olan koca şehirde gitmedik yer bırakmadıktan sonra İzmir'imi ve denizi ne kadar özlediğimi anladım. Barış, şehirlerdeki İstanbul'u aramak yerine bu sefer İzmir'e bir şans verdi. Expo'yu kaçırmayacaktık ya.

Barcelona'da şehir merkezine gelir gelmez takıntılı bir şekilde kafamızda tek bir şey vardı. Derhal Barcelonetta plajına gidip denize girip bir güzel güneşlenecektik. Gelmeden önce sağdan soldan duyduğumuz, "Çok tehlikeli bir yer, çok fazla hırsızlık ve yankesicilik oluyormuş. Çantaları kesiyorlarmış çok dikkatli olun.." uyarılarıyla iyice paranoyak olduğumuzdan, Nihanla metroda zaman zaman sırtımızı birbirimize dönüp kendimizi güvenceye aldık(!) Son derece loş ve gürültülü metroda iyice huzursuz olunca herkese şakayla karışık hırsız gözüyle bakmaya başladık. "Bak bak şu kesin hırsız bakışlardan belli.." 


Hostelimize ulaştığımızda hafif hafif yağmur yağmaya başlamıştı bile. Ama "Beeeen kendimeee Barcelona'ya gelmiş de, Barcelonetta plajında yüzmemiş dedirtmeeeem" diye diye insanlar dışarıda yağmurlukla ceketle dolaşırken, biz şortlarımız ve terliklerimizle, kafamızın üzerine örttüğümüz tek bir havluyla hızlı hızlı plaja yürümeye devam ettik.. Plaja ulaştığımızda yağmur hafifti ancak hava kapalıydı ve çıldırmış nedeniyle sarı bayrak çekilmişti. Denizin içinde sörfçülerden başka kimse yoktu. Caymadık ve kendimizi denize attık. Tek bir dalgada tepetaklak olup mayolarımızı kumla doldurunca biraz kenarda oturduk ve  bari plajı gezelim dedik...... Biraz turladıktan sonra tam plajdan şehrin içlerine girmeye yeltendik ki, " ya plaj üzerinden mi dönsek dedim" 5 dakika sonra ortaya çıkan yakıcı güneş ile güneşlenmeye başladık. Plajda sadece Nihan ve ben varken, kısa süre sonra plaj çılgınca doldu. En harikası da Barcelona plaj piyasasıydı. Plajda mısır, gevrek türü şeyler satılmıyor. Bunun yerine dövmeci, masajcı, pareocu, güneş gözlükçü kadınlar erkekler dolanıyor. Gün sonunda plaja tekrar geldiğimizde hala pek şendik..


Bora ile La Sagrada Familia'nın önünde buluştuk. Bitmeyen kilise, 2026 yılında bitirilmesi öngörülüyormuş. Yanına geldiğimize bu kadar mıymış dedim. Çünkü İzmir'de onlarca devasa başyapıt, mükemmel mimari eserler bulunduğundan zor beğeniyordum tabi.. Yapı gerçekten de o kadar yüksek değil diyordum ki, yanındaki bir dükkanda bitmiş halini görünce 2026'da tekrar gelmeye karar verdim. Kilisenin etrafı gürültülü iş makinaları ve daha gürültücü turistlerle dolu. Yapının ayrıntılarını inceleyince adam galiba tam bir hastaymış diyordum. Gerçekten de böyleymiş. Proje üzerinde yıllarca uğraşırken, üzerinde Hristiyanlık 'a dair her şeyin bulunmasına çalışırken en sonunda kafayı yemiş, saçı sakalı birbirine karışmış. Bir gün yürürken tramvay çarpmış ve üç gün sonra kanlar içinde bir halde ilgilenmiş insanlar. O halde kimse Gaudi olduğunu anlamayınca, fakirlerin gidebildiği bir hastaneye götürmüşler. Doktorlar bir süre sonra onu tanımış ve kendisini zenginlerin gittiği kaliteli bir yere kaldırmayı teklif etmişler. Gaudi "Ben halkın adamıyım" demiş reddetmiş, kısa bir süre sonra da kaldığı yerde ölmüş. Proje ölümünden sona hayata geçirilmeye başlanmış ve hala devam ediyor. Burada bitmiş proje var: http://www.gaudidesigner.com/data/article/16.jpg.




Gaudi, Barcelonayı güzelleştiren en büyük etmenlerden biri. Bir çok yerde Gaudi'nin işleriyle karşılaşıyoruz ve bunlar hep şehrin simgeleşmiş yapıları. Tek bir adam şehri oldukça değiştirmiş. Ablama bahsedince bana Mimar Sinan örneğini verdi ve çok haklıydı. Başarılı bir mimar ile yeniden yaratmak hiç zor değil. Hepimiz güzel şehirlerde yaşamak istiyoruz ama çirkinleştirmeye devam ediyoruz. Şu bitmeyen kilise ve Gaudi olmasaydı, Barcelona'nın devasa bir İzmir+Çeşme'den farkı kalmazdı. Barcelona'yı Barcelona yapan başka bir kısım ise sahili. Dev bir marina, balıkçı pazarları ve plajlarla dolu. Tamamı 1992 olimpiyatları sırasında yapılmış. Barcelona'nın adını o sıralarda duyurmaya başladığı söyleniyor. Plaj kumları mısırdan getirilmiş. Expo ile İzmir'de yapılması planlanmış projeleri tekrar düşünüyorum da, İzmir Türkiye ile arayı bir hayli açardı sanırım. O olmasa da hala bir Gaudi ya da Mimar Sinan için geç değil.


Biraz da Katalanlanca ve Katalanlardan bahsedelim. Katalanca bence yazım olarak oldukça Fransızcaya benziyor. Telafuz olarak İspanyolca gibi pek değil ancak Fransızca ile karşılaştıracak olursak elbette İspanyolca'ya daha yakın. Katalanya'nın 2 resmi dili var ancak çoğu yerde sadece Katalanca görülüyor. Şehirdeki Katalan bayraklarıyla kıyaslarsak nerdeyse hiç İspanyol bayrağı görmedim diyebilirim. Gördüğüm bir İspanya bayrağına "Acaba ispanyol konsoslosluğu mu? ehi ehi" diye takılmakdan kendimi alamadım... Katalanya kendi dilinde eğitim veriyor, kendi parlementosu var ve İspanyol kültürünü reddediyorlar. Ayrılmak için oldukça motive olmuşlar gerçekten. Bu resim aslında küçük bir meydan. Franco burada Katalan liderlerini toplayıp kurşuna dizmiş, duvardaki izler duruyor. Sonra buranın ileride anıtlaşmaması ve unutulması için meydanın etrafını binalarla çevirerek kapatmış. Sadece 2 dar sokak dışarıyla bağlantı kuruyor. Katalanların davası bizimkine benzerlik gösteriyor elbet. Ekonomist değilim ancak İspanyol nüfusunun %16sını oluşturup, ekonominin dörtte birini yöneten Katalanya olmazsa İspanya krizden krize koşardı herhalde. Yani onların savaşı şu an bizimkinden çok farklı efendim. 



Ekonomi iyi diye turistlere geçirmekten de geri kalınmıyor tabi. Balık pazarında ağzımız sulana sulana gezerken fiyatları görünce kızdım ve "Siz Katalan değil İspanyolsunuuuz" diye bağırdım ama favorim yok ki dinleneyim.. Bu adamlar bu kadar çeşit balığı, deniz hayvanını bu kadar bol bulup da pahalı satınca beni üzdüler. Yine de bir restoranta gidip deniz ürünlü bir 'paella' yedik. Bu gezideki en kaliteli yemeğimiz oldu. Sonraki zamanlar Mc Donalds a abanmaya devam ettik elbette. Gece pek sevdiğimiz marinada turlayıp Kristof Kolomb beyin anıtını tekrar ziyaret edip hostelimize yürüdük. Gün içindeki "bak şu kesin hırsız" muhabbetlerimiz devam etti. Yorgunluktan yatağa kendimizi atmış öylece dururken ranzamın üst katına gelen kız için "Nihaaan bak hırsız geldi..." dedim. Kızın "Are you from Turkey?" demesiyle bir an için adeta 'paralize' olan bizlerin Betül adında yeni bir arkadaşı olmuş oldu. O da Roma'ya bizimle aynı uçakta gidiyormuş.


Son gecemizde son görmek istediğim 1-2 yere daha gittik. Bunlardan biri sarayın önünceki havuzda yapılan ışık ve su gösterisi diğeri de bu renkli iş kulesi. Barış kule sever. Nankör arkadaşlarım vaay çok etkilendim diye benimle alay etseler de kule tavaf edildi.... Eh, bir şehri güzelleştirmek gerçekten zor değil, hele İzmir gibi bir yeri. 


Barcelona kocaman, yer yer güzel binalar yer yer bakımsız dar sokaklar var. Bizi en çok yoran şehir oldu. Çok metro kullandık ve çok yürüdük. Her şey birbirine uzak. En son şöyle bir halde parkta uyurken bulundum. Sırada ra-ra-ra-a-a-a-Roma ! Ryan air sırasında beklemekten şikayet eden, kolay atarlanan İtalyanlar ile yolculuğumuza başlıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder