


Gezi planlanırken Madrid'e gitmesek mi, Barcelona yeter mi diye konuşuyorduk ki, İspanyol başkentini görme isteğim yılların birikimiyle oldukça artmış olduğundan gitmek zorundaydık. Öte yandan Barcelona ile Madrid'i karşılaştırmak olmazdı, şayet biri İspanyol, diğeri Katalan başkenti. Böylece Malta'dan sonraki durağımız Madrid'e havalandık. Uçak Akdeniz üzerinden direk bir rotayla gitmiş olsaydı, sadece Tunus'u havadan görüp geri kalanında sadece deniz üzerinde olacaktık. Ancak pilot, Tunus üzerinden geçtikten sonra Kuzey Afrika açıklarında devam etti. Böyle şeylerden herkes heyecanlanıyor mu bilmiyorum ama Afrika'yı ilk defa görünce defalarca fotoğraflayamadan edemedim. Tabi Nihan'ın makinasıyla çektiğim, ve makinadaki Madrid fotoğrafları silinmiş olduğundan buraya resim koyamıyorum....... (ispnyol yerine boğahayvanının ismini kullanacağım, tamamen gugıl tıransleyt kaygısıyla) Onun yerine İspanyolca bir yazı resmi koyayım. Böyle renkli renkli yazınca çok güzel görünüyor di mi? Oysa bize duymktan fenalık geldi. Geçen yaz Romanya'da bağrımıza bastığımız, pek çok sevdiğimiz boğalardan sonra, sadece ses çıkarmış olmak için ses çıkaran, sürekli bağıran ve yüksek sesle rahatsız edici bir şekilde konuşan bu kaba insanlardan -herkesten nefret eden insanların ülkesi Çek'te geçirilen ayların da etkisi olsa gerek- adeta nefrt ettik. Şimdi ise milyonlarcasının ortasında ve korku doluyduk.


Madrid'deki ilk anlar oldukça 'karasal'dı. Terletmeyen sıcak yerini ertesi 2 günde yağmura bırakınca Barcelona için daha da heveslendik. Şehir merkezine geldikten sonra hostel'imizin yerini aradık. Malta'daki sayısız kilise ve kaldığımız eski dini yetimhaneden bozma hostelden sonra yine başında kilise olan bir sokakta kalınca kendimizi adeta evimizde hissettik. Hostel zamanında dünyanın en iyi hostellerinden biri seçilmiş. Sanırım bu zaman, ranza katları arasındaki 3 karışlık mesafenin daha yüksek olduğu bir zamana denk geliyor. Hostele eşyalarımızı bıraktıktan sonra, hostelworld'ün önerdiği UCUZ restoranta doğru yol aldık. Bizim meze olarak yediğimiz yemekler burada ana yemek olarak geliyor, ya da biz çok safız ve durumu anlamadık. Ancak küçücük porsiyonlara Prag'ın yaklaşık 3 katı ödeyince pahalı ülkeler serimize başladığımızın farkına vardık. Ne olursa olsun, resimdeki küçük bir ekmek dilimi 5 euro olmaz canım. Oooolllmaaaaaazz.. Benim porsiyonum da çok büyük değildi ama ekmeğe yüklenince karnımı doyurabildim. Aylar sonra taze ve çeşitli sebzeler yemek muhteşem oldu.

Yemekten sonra şehrin merkezi Sol meydanında, free tour için buluşma mekanı olarak belirtilen ayı heykelini aramaya gittik. Bir aşağı bir yukarı gittikten sonra bulduk kendisini, ancak 10 dakika bekledikten sonra hala ortada kimse olmayınca biraz oturduk. Hepimiz aşırı yorgun ve uykusuz olduğumuzdan ve şehir de pek ilgimizi ilk anlarda pek ilgimizi çekmeyince hostele gidip uyumaya karar verdik. Ancak o ayının kasları ne olacak bilmiyorum.

2 saatlik bir uykudan sonra şehri gezmeye başladık. Kısa bir tur atalım dedik ama görülmesi gereken yerlerin büyük kısmını dolaşabildik. Başlarda şehir için pek de bir özelliği yokmuş yaa diye artislik yapıyorduk ki aslında baya güzel olduğunu farkettik. Tek sorun boğaca konuşan insanlardı. Tecrübelerimden sonra avrupa birliği hakkındaki değişen düşüncelerim nedeniyle hiç çıkın avrupa birliğinden demedim. Ama artık birinin ÇABUK İNGİLİZCE ÖĞRENİN demesi gerekiyordu. Zaten gittiğim yerlerdeki avrupalılar öğütlerime uysalardı, euro'nun 3 tl olması içten bile değildi. En nihayetinde bunlar Vizigotların torunları dedim ve kendi hallerine bıraktım.


Ertesi gün Madrid'i dolaştıkça baya sevdim. Gittiğim her yeri Beyoğlu'na benzetme hastalığım halk arasında bilinmekte. Üzgünüm ama buranın da merkezi benziyor... Bu resim öğle yemeğimizi yediğimiz Sol'deki bir döneci. Sol ve çevresi milyonlarca her çeşit barla tapasçıyla dolu. Tapas kelime anlamı olarak kapamak gibi birşey demekmiş. Çok eskiden biraların içine sinek böcek kaçmasın diye üzerleri tabaklarla örtülüyormuş. Sonra insanlar yavaş yavaş ekmek dilimleriyle örtmeye başlamışlar. Bu ekmek dilimleri de üzerlerine çeşit çeşit şey konup servis ediliyor. Geldiğimiden beri sürekli tapas göre göre meraklandığımız şey meğerse bildiğimiz kanepeymiş. O akşamın gecesinde Romanya'da tanıştığımız Ainoa ile buluşabildik :) Beni ucuz bir yere götürmesini söyledim, gittik ve bir kaç saat bira içip tapas yedik. Burada bira bardakları da büyük demediğiniz sürece su bardağı boyutunda geliyor. Ainoa nedenini, şarabın ve dolayısıyla şarap porsiyonu büyüklüğünün, biradan daha fazla 'ispanyol kültürü' olmasına bağlıyor.

Bir de şaka bir yana, avrupa birliğine girmek gerçekten de keskin kültür farklarıyla ilgili değil.(dini bunun dışında tutuyorum) Burada bir çok yer gördüm ve artık Türkiye avrupalı değil ortadoğuludur fikrimi daha az savunmaya başladım. Türkiye sanırım hem avrupalı hem de ortadoğulu. Ainoa'nın söyledikleri de oldukça ilginç geldi. İspanyol'ların kendilerini Avrupalı görmediklerini, İspanya ve Fransa arasındaki dağların İspanya'yı ayırdığını söyledi. Onlara göre dağların güney tarafından sonrası Afrika'ymış :). Ben de İtalya ve Kuzey komşularını ayıran Alpler örneğini verdim. Kaldırın vizeleri be !


Madrid çok düzenli bir başkent. Metro'da 12 hat ve bunun yanında Berlinde'ki S-bahn gibi Renfe hatları hızlıca ring yaparak metro hatları arasında geçiş sağlıyor. Gördüğüm en temiz ve bakımlı metro burada. Bir kadın bir erkek düet şeklinde yapılan anonslar ise şahaneydi. Sıradaki istasyon.... Sol... Transfer hatları... 3,6.. Madrid'de çok fazla güney amerika göçmeni var. Berlin'de cafe, restaurant ve fast food elemanlarının çoğunun Türk olması gibi burada da Latin Amerika'dan insanlar var. Bu insanlarla İngilice konuşma girişiminde bile bulunmadım ve bildiğim 3 kelime İspanyolca ile hayatta kalabildim.


Beğendiğim binalar arasında ilk sırayı bu bina almakta. Arap mimarisinden oldukça etkilenmiş bu şahane yer maalesef bir boğa dövüşü stadyumu. Avrupa birliği kokoreçi yasaklayacağına bunu yasaklasın diyeceğim ama bu konu yıllar önce kapanmıştı sanırım. Çıtır çıtır kokoreç özledim ben. İkinci resim ise kaldığımız 17. yy Araplardan kalma eski bir bina olan hostelimizin duvarlarından. İspanyollar reconquistadan sonra ortada pek cami bırakmasa da böyle güzel şeyleri yakıp yıkmamışlar. Tabi daha iyileri için Endülüs bölgesine gitmek gerek.
Madrid keyifli geçti. Çok yorulmadık ve yeterince dinlenebildik. İspanyolca bilen birisi için yaşaması güzel olan bir şehir olsa gerek. Proxima Estacion: Catalunya! Bakalım Barcelona dedikleri kadar var mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder