24.6.10

Malta, Malta, Malta ! Pek güzelsin !



İkinci durak ve sıcak denizlere inmemiz açısından büyük önem taşıyan Malta. Malta'nın büyük kısmında bina yapımında sarımsı renkteki sarı Malta taşı dışında bir şeyin kullanımının yasak olduğu gibi bir şey duymuştum. Uçak ada üzerinde yarım bir tur atınca genel olarak doğru olduğunu gördüm. Avrupa'da uçak ile seyehat ederken Schengen ülkeleri için ayrı bir terminal olduğundan, pasaport kontrolü olmuyor. Ancak ben kontrol edilmeye alıştığım için otomatik olarak bir kontrol gişesine yöneldim. Londra için uçak biletim olmadığından boşu boşuna vizemi kontrol ettirmemle kaldım tabi..

Dışarı çıktığımızda nihayet özlediğimiz sıcağı bulduk. İzmir gibi nemli nemli bir sıcaktı. Aylar sonra o duyguyu baya özlemişim. Malta'ya aşık olmam işte tam o dakikalarda gerçekleşiyor. Havaalanı çevresindeki sarı renkli Ortadoğulu ve Kuzey Afrikalı binalar kilometreler öteden içimi ısıttı adeta... Havaalanından bizim dolmuşlara benzeyen girerken para ödenen şahane küçük otobüslere binerek başkent Valetta'ya geldik. Valetta giriş kapısından girmemizle başlayıp Malta adasındaki bir kaç şehre daha yaptığımız ziyaret boyunca aptal aptal sırıtarak "of mükemmel burası yaa", "çok mutluyum" nidalarıyla gezdik.


Maltaya gelmeden önce "Malta ne yaa?", "Malta'da ne işimiz var abi?" "Barış nerden çıktı Malta?" diyerek beni darlayan tüm arkadaşlarıma selam ettim ben de :) Hava çok güzeldi, insanlar suratsız değildi. Maltızca, Arapça ve İtalyanca karışımı bir dil. Adanın sürekli el değiştirmesi ile beraber ortaya çıkmış bir kültür birikimleri var. Dil, tonlama olarak İtalyanca gibi iniş çıkışlı, Arapça gibi gırtlaktan ve bükümlü, yumuşak. İnsanlar da yine bir melez gibi, Akdenizli ve Ortadoğulu gibi.

Orta ve Kuzey Avrupa'daki kaba ve mutsuz insanlardan sonra Maltalıları oldukça sevdik. İnsanlar sıcak, misfirperver ve yardımsever, Malta adeta medeniyetlerin beşiği ve hoşgörü diyarı. Adadaki İngiliz etkisi devam ediyor. Telefon kulübelerinden sifon sistemine, trafik akış yönünden herkesin İngilizce bilmesine bu etkiyi görsek de, taharet musluğu kadar ilginç gelmedi! Bir de insanlar Maltızca konuşurken dile yerleşmiş ingilizce kelimeleri güzel bi aksanla söylüyorlar. Rakamlarım tamamı ise İngilizce. Büyülenmiş bir şekilde geçirdiğimiz ilk günümüzü Adanın en ünlü koylarından biri olan Mellieha'da 'ıslanarak' nokaladık ve feribotla ikinci büyük ada, Gozo'ya geçtik.

Gozo Malta'dan daha az hareketli, daha turistk bir yer. Aynı zamanda Malta sevgimizin dörde katlandığı ada olma özelliğini taşıyor.. Adaya akşam üzeri hava kararmak üzereyken ulaştık. Hostelimiz, feribot iskelesine yakın bir yerde olduğu için kolay bulduk. Mutluluktan sersem sersem gezen biz, odamızın tertemiz bir Akdeniz manzarası olduğunu görmemizle sevinçten birbirimize sarıldık. Bu mükemmel yerde geçirdiğimiz huzurlu dakikalar, güneşin batışıyla yerini korku ve endişeye bırakacaktı.. :P İlk girdiğimizde çok dikkatimizi çekmemişti ama, bina oldukça büyük, odalar geniş ve tavanlar yüksek. Her odada çevrede yüzlerce obje var ve tamamı dinsel. Avrupa'da isa ve haç görmekten fenalık gelen bünyelerimiz kendini bir anda Papa'dan çok Papacı olan ülkenin kucağında buldu. Sonra daha dikkatli bakınca Malta'da Malta bayrağından çok Vatikan bayrağını gördük. Hosteldeki dinsel karmaşadan sonra odamıza gidip duş aldık, hazırlandık ve dışarı çıktık.

Pizza yediğimiz yerdeki sevimli garsondan bahsetmeden geçemem. Prag'da sipariş verebilmek için can çekişirken, verdiğini sipariş nedeniyle azar işitmeye varan tepkiler alırken, buradaki garson, kendi aramızda hesaplaşırken ve onun zamanını çalarken tek bir laf etmedi, oflamadı işini yaptı ve kibarca veda edip gitti. Güneyli olmak böyle bir şey bence. Hostel'e döndüğümüzde artık hava tamamen karanlıktı ve koca binadaki tek tük loş ışıklar kasveti kat kat arttırıyordu. Biz de odamıza gidip kapının arkasına dolap koyup uyuduk. Yatmadan önce şans getirmesi için resepsiyonda dağıtılan küçük kartlarla cizıs cizıs dansı yaptım.



Sabah ilk önce Gozo'nun başkenti olan Victoria'ya dolmuşla gittik. Malta'nın tamamında olduğu gibi burada'da genel olarak Türkiye'deki yazlık yerlerin güzelliği ve turist karmaşası bir aradaydı. Victoria Kalesinin tepesine çıkınca, şehre, "adeta Batı'nın Mardin'i" diyemeden duramadık.. Bu seneye yazın yapmaya heveslendiğim OrtaDoğu gezisi için biraz daha heveslendirdi beni. Victoria'dan sonra dolmuşla dünyanın en eski yapıları Malta tapınakları'ndan Ggantija'yı görmeye gittik. Tapınak piramitlerden daha eski (her yerde böyle yazıyor sanırım daha havalı oluyor piramitlerden eski olunca) Burayı da gördükten sonra Malta Euro'larındaki acayip yapının ne olduğu ortaya çıkmış oldu. Dolmuşla adanın merkezine indik ve tüm geziye damgasını vuracak kısma geçmek üzere yeni bir dolmuş'la adanın en batısına gittik.

Hani böyle bir şey yaparken çok fazla zevk alıp da bir şey demek istemezsiniz. İster misiniz bilmem? Ben istemiyorum ve şöyle bir şey yapacağım. Burada denize girmek şöyle bir şeydi: .... ............ ............ ............. ............. ............. ............. ............. ............. ............. ............. ............. ............. ............. ............. ............. ............. ............. ............. ............. ............. ............. ............. ............. ............. ............. ............ Aramızdan biri (belki de ben) bu yapının, windowsun bir sürümünde masaüstü resmi olarak kayıtlı olduğunu iddia etti. Biz de sanki söyleyince daha zevkli olacakmış gibi, windows manzaralı yerde denize giriyoruz dedik. Bakın ben şaşkın bir insanım aslında. Böyle bi mutlu sarhoş bir şekilde yüzdük geldik. İstemeye istemeye ayrılsak da zevkten dört köşe feribotun yolunu tuttuk.


Hostelimiz Malta adasında, St Julians'ta. Dolmuştan iner inmez bir an önce yatağa kendimizi atmak istiyorduk ki... bulamadık. Sokaklarda bir aşağı bir yukarı kendimizi atarken bir çok kişiye yerini sorup cevap alamadık. Kimse çevrede böyle bir yer bilmiyordu. Ne yapsak diye karar vermeye çalışırken karşılaştığımız Malta'lı bir kadın bize yardım edeceğini söyledi. Dedim ben Malta insanı sıcak yardım sever insan haklarına saygılı ve hoşgörülü diye. En kötü ihtimal bize kalacak bir yer bulabileceğinin garantisini verdikten sonra polise gitmeyi teklif etti. Arabasıyla bizi polis karakoluna götürdü ve olay çözülene kadar bekledi. Telefon numarası +**7766554433 gibi bir şey olunca önce herkes sahte sanmıştı. Ama nihayet hostel sahibine ulaşabildik ve yerleştik. Sabah erkenden kalkacağımız için havaalanı taksisiyle randevulaşıp yemek yemeye dışarı çıktık. Adanın gece hayatı merkezi St. Julians. Ancak gece hayatımız kendimizi hostele varır varmaz yorgunluktan horzz diye uyumak olduğu için pek bir şey göremedik. Yine de mc donaldsta bir şeyle yedikten sonra biraz dışarıda turladık. Dizlerime kadar denize girip Malta'yla vedalaştıktan sonra dönüp bir güzel uyuduk. Sonunda ryanair ile Akdeniz üzerinden uzun bir yolculukla karasal iklime dönüş. Madrid!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder